Lars Von Trier’in çok tartışılan ‘Antichrist’i sinemalarda. Sarsıcı, çarpıcı, izlenmesi zor bir film. Peki iddia edildiği gibi kadın düşmanı mı?
Ben mi fark edemiyorum acaba, Lars Von Trier hiçbir zaman ‘kadın düşmanı’ gelmiyor bana iddia edildiği gibi. Kendisine bağlanıp kalmamı sağlayan ‘Europa’yı izleyen ‘Dalgaları Aşmak’tan beri her filmiyle ilgili bu tür yazılar okuyorum yerli ve yabancı basında, her seferinde kendimi yeniden sorguluyorum.
Kadına yapılan haksızlıklara karşı duyargaları son derece açık biriyim, ama bunlardan biri Lars Von Trier filmleridir gibi gelmiyor. Olsa olsa bunları gözler önüne seren filmler denebilir bence onunkilere. ‘Kadın kahramalarına onun layık gördüğü sonlar’ değil, hayatın, kültürlerin, bilhassa da dinin kadınlara layık gördüğü sonlar bana göre perdede gördüklerimiz.
Neyse, herhalde en çok tartışılan filmi olan ‘Antichrist’ vesilesiyle, dergimiz Milliyet Sanat’ta da bu konuda bir makale yayınladık. Selin Gürel, “Lars Von Trier, körü körüne inanılan dini öğretilerle hınzırca dalgasını geçerken, çoğunlukla kadınları kendisine malzeme ediyor” diyor. Evet, bence de öyle. Çünkü bu öğretilerin malzemesi çoğunlukla kadın oluyor. Dolayısıyla ben yine ‘Yönetmenin
kadına yönelttiği ve en korkuncu da kadın karakterine dehşet içinde benimsettiği şeytanlık suçunu hıristiyanlığın kadın düşmanlığına dikkat çekmek için yazmış olduğuna’ inananlardanım. Yani Gürel’in deyimiyle ‘filme tersten bakanlardan’.
Lars Von Trier’in, bu film için işbirliği yaptığı bir ‘mizojini (kadın düşmanlığı)’ danışmanı var: Danimarkalı gazeteci Heidi Laura. 2007 yılında Von Trier onu bulup ‘kadının şeytani doğasına’ dair Batı kaynaklarına dayanan bir tez hazırlamasını istemiş. Yeni bir film üzerinde çalıştığını, ‘mizojini’yi tüm yüzleriyle ortaya koyan bir malzemeye ihtiyacı olduğunu söylemiş.
Nitekim, Heidi Laura ‘Antichrist’in, Türkçe adıyla ‘Deccal’ın ‘seksist’liğine dair son noktayı koyan makalesinde uygarlık tarihi kadar eski mizojini örneklerini bir bir sıralamış. Hangi çağa el atsa kimi komik, kimi dehşet verici metinlere ulaşmış. Hepsindeki ortak kanı, erkeğin mantıklı, kadının içgüdüleriyle hareket eden, kontrol dışı bir varlık olduğu... Ve tabii bu yüzden de vahşi doğa kadar ürkütücü bulunduğu...
Mitoloji de aynı kanaatte, masallar da, bir kadının yanına kırbaçsız gidilmemesini öneren Nietszche de, filmde ‘Cehennem gibi kara, gece kadar karanlık’ bölümü alıntılanan 147 sonesiyle Shakespeare de... Lars Von Trier bu ‘kadın’ı anlatıyor.
Filmin konusu şöyle: Bir karı koca içeride seks yaparken küçük oğulları pencereden düşüp ölür. Geride zaman zaman kendini kaybeden ve aslında böylesi bir durum için son derece ‘doğal’ tepkiler veren acılı bir anneyle onu ‘iyileştirmeyi’ kendisine iş edinen, aklı ‘fazlasıyla başında’, mantıklı ve biraz da küçümseyici tavrıyla kadını çileden çıkaran psikiyatr baba kalır.
İkisinin ‘hesaplaşma’ mekanıysa vahşi bir orman içindeki kulübeleridir. Sözde ‘kadının yaralarını’ sarmaya giderler ama onlar pek öyle kolay iyileşecek gibi değildir!
‘Deccal’, izlemesi çok çok çok zor sahnelere sahip, sarsıcı, vurucu, kırıcı, artık bir Lars Von Trier filminden ne beklenirse onun birkaç misli şoke edici bir film. Muhtemelen o sahnelerin bir bölümü ruh sağlığımızdan sorumlu büyüklerimiz tarafından budanmış olmalı ki film orijinalinden dört dakika kısa görünüyor bizim sinemalarımızda. Bendeniz, bana uygun görüleni değil Lars Von Trier’in çektiğini izlemeyi tercih ettiğim için ‘korsan’a başvurdum, itiraf ediyorum ve pişman değilim.
Ve bu filmin bütün kadınları rahatsız edeceğini iddia edenlere bir kadın olarak son sözüm: Evet, Lars Von Trier’in anlattıkları rahatsız edici. En az hayatın kendisi kadar!