Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Hatırı sayılır bir kadın kavgasıyla başlıyor film. İki çift bir lokantada kibar kibar yemek yerken, kadınlardan o gün patronuyla ettiği kavgayı anlatmakta olanı Lara, diğerinin kışkırtmasıyla iyice çileden çıkıyor. Ne diyor diğeri? “Zaten kadınlar asla kadınların altında çalışmamalı.” Neden? “Daha güzel olduğun için, daha genç olduğun için sana takacaktır, dünyayı dar edecektir.”
Çok genç yaşta başlamış iş hayatında muhtelif kadın şefler altında çalışan biri olarak, bu cümleyi doğrulayacak pek çok olay yaşadım, evet. Ama gayet uyum içinde çalıştığım kadınlar da oldu, o yüzden de bunun kader olmadığı kanaatindeyim ve özellikle kadınlar tarafından söylendiğinde tepem atıyor. Nitekim Lara’nın da öyle oluyor ve iki kadın birbirine giriyor. Kadınlar ve iş hayatı ilişkisiyle başlayan tartışma üç saniyede “Kocama asılmanı hoş mu karşılaşacağım yani?”, “Ben var ya, kocanı istesem, üç dakikada tavlarım” boyutuna zıplıyor.
Böylece ‘Kaçış Planı’nın ilk dakikasında anlıyoruz ki, pek kadın seven bir filmle karşı karşıya değiliz. Zavallı, mazlum erkekler, medeniyetlerini korumaya gayret ederek ‘şirret’ karılarını olay yerinden uzaklaştırırken, biz, kendi esas çiftimizle baş başa kalıyoruz. Russell Crowe’un oynadığı John, edebiyat öğretmeni, karısı ve yolda, okulda, parkta karşısına çıkan bütün kadınlar kendisine bayılsa da çok sadık bir koca, iyi baba, kusursuz erkek.

Haberin Devamı

Kadın kadının kurdudur

Klişelerden sıkıldım
Buna karşılık Lara (Elizabeth Banks), kocasına hayran, elindeki bu ‘mücevheri’ korumak adına her an pençelerini çıkarmaya hazır bir dişi kaplan. Aslında bir anne kaplan, çünkü kocasıyla oğluna aşağı yukarı aynı muameleyi yaptığına da şahit oluyoruz, ellerine diş fırçası tutuşturuyor örneğin, son derece sıkıcı bir şekilde.
Daha ilk akşam ve ertesi sabah itibarıyla nefret etmemiz için hiçbir fedakarlıktan kaçınılmayan bu kadın, ani bir polis baskınıyla kahvaltı sofrasından derdest edilip götürülüyor. Önceki gün tartıştığı patroniçesi bir cinayete kurban gitmiş, Lara‘nın pardösüsünde kan, suç aletinde de onun parmak izleri var. Bütün deliller aleyhine olduğu için de bir daha hapisten çıkma imkanı yok gibi görünüyor.
Gelgelelim, yakışıklı ve mükemmel kocası, oğullarına hem ana hem baba olurken, bir yandan da karısına olan inancını bir an bile kaybetmeden çıkış yolları aramayı sürdürüyor. Ve bakıyor ki hapishaneden kaçmak dışında çare yok...
Kendi halinde bir adamın, ailesi uğruna yasa dışı işlerin piri kesilmesini anlatan film, bu yanıyla ‘Breaking Bad’ dizisini hatırlattı bana. Ama üzgünüm, dizi pek çok yönden onun kat be kat üzerinde. Tamam, yönetmen Paul Haggis heyecan dozu gayet yüksek bir film yapmayı başarmış, çoğu zaman soluk soluğa izleniyor. Ama o kadar.
Karakterler birer karton. Bay Doğru ve Bayan Yanlış. ‘Kadınlar her hal ve şartta kıskançtır, birbirlerinin gözünü oymaya her an hazırdır’ klişesinden gerçekten çok sıkıldım. Üç yıldır ailesinden ayrı, çıkma umudu olmadan hapis yatmış bir kadın düşünün. Kocası onca tehlikeyi göze alıp onu oradan kaçırmaya çalışıyor. Bütün polis teşkilatı peşlerinde, ülke alarma geçmiş, ölüm tehlikesiyle burun burunalar, kadın o hengamede kaşını kaldırıp “Kim o kadın?” diye sorabiliyor. Pes!
Özetliyorum, eğer heyecan, koşuşturma, aksiyon sizi kesiyorsa ya da her durumda Russell Crowe hayranıysanız, ‘Kaçış Planı’na gidiniz. Yok iyi film görmek gibi bir derdiniz varsa, tercihiniz ‘Siyah Kuğu’ olsun.