Defne Devrimi’nin derdi, medyadaki egemen ‘dil’le. “Başka bir medya hakkımız” diyoruz, özetle
“Küçücük bir yerden başlar devrim. Belki bir ayakkabı tamircisinin çekici farklı vurmasıyla başlar tabana.”Oyuncu Eylem Yıldız’ın dün twitter’a yazdığı cümle bu. Yazarken aynı salondaydık. Bilgi Üniversitesi Dolapdere kampüsünde, ‘Defne Devrimi’ konferansında.
“Defne Devrimi de ne ola ki?” diye soranlar için küçük bir özet: Defne Devrimi, aramızdan zamansızca ayrılıp gitmiş bir insanın, Defne Joy Foster’ın ardından Hıncal Uluç’un ateşlediği bir harekettir. İsteyerek değil elbette. Defne’nin ardından “Su testisi su yolunda kırılır” diyen bir yazı yazdı, bu da ağzına kadar dolu olan bardağı nihayet taşırdı, durum bu.
Başını Vivet Kanetti’nin çektiği bir grup gazeteci, ‘yetti’ dedi. Twitter’da örgütlenip www.defnedevrimi.com adresinde devam eden, kısa sürede 8 bin küsür imzacıya ulaşan hareketin derdi, medyadaki egemen ‘dil’le. “Başka bir medya hakkımız” diyorlar, özetle.
Herkes oradaydı
Evet, çoğu kadın bu gazetecilerin. Ama “Kadınlar kendi aralarında eğleniyorlar” diye bakacaklara not: Bütün toplum için isteniyor bu devrim. Vivet Kanetti’nin toplantıda söylediği gibi, nefret söyleminin her türüyle, açık ve sinsi düşmanlıkla, ırkçılıkla, homofobiyle mücadele eden bir hareket, Defne Devrimi.
İlk ‘reel’ buluşma, bekleneceği gibi çok renkli, çok canlı geçti. Özlem Gürses moderatörlüğü üstlendi, Ayşegül Sönmez elinde mikrofonla tek tek katılımcıları sahneye çağırdı. Kimler yoktu ki... Emine Uşaklıgil’den Armağan Çağlayan’a, Ayşe Böhürler’den Hatice Meryem’e, Elif Key’e, Şelale Kadak’a, Nilay Örnek’e herkes kendi kişisel deneyimlerini, gözlemlerini anlattı. Akademik değil, ‘ampirik’ bir bölümdü ve bence çok da faydalıydı. Küçük bir kasabada ‘ötekileştirilerek’ büyüyen Armağan Çağlayan’ın, Rum asıllı Türk vatandaşı Marta Kalyoncu’nun, sırf bu toplantı için saatler süren yoldan gelen Gülten Kaya’nın anlattıklarıyla daha da ete kemiğe büründü Defne Devrimi’nin anlamı.
Medyanın dili
Hele Gülten Kaya, 12 yıl öncenin gazetelerini çıkarıp tek tek başlıkları okurken salondaki sessizliği anlatamam... “Bölücü yavşak duruşmada terledi”... “Vay şerefsiz!”... “Parayı veren Ahmet’i alır”. O sakin bir sesle okudu, biz neredeyse ‘utanarak’ sustuk. Asıl susması gerekenler orada değildi oysa...
İkinci yarıda söz akademisyenlerdeydi. Kaan Öktem, Itır Erhart, Aslı Tunç... Masallardan, reklamlardan, haberlerden örneklerle yatırdılar medyanın ‘dil kullanımını’ masaya. Önemli bir tırmanış sırasında hayatını kaybeden kadın dağcıyı ‘sorumsuz anne’ olarak sunan, kadının görevinin annelik, annenin yerinin de ev olduğunu her fırsatta vurgulayan, eskaza yerini bilmeyenin ölümüne bile üzülmeyen medyanın dilini...
Kaleye hapsedilip prensini bekleyen Rapunzel’den başlıyordu iş... Öpücükle uyandırılan Pamuk Prenses’ten, Uyuyan Güzel’den... Ve artık 100 yıllık uykudan uyanmanın vaktiydi. Tekrar Eylem’in yazdığına baktım... “Küçücük bir yerden başlar devrim”.... Umutlandım.
Özlem Tekin şahane
Müziğini çok severek dinlerim ya, oyunculuğunun ne kadar iyi olduğunu geç mi kabul ettim nedir, ‘Kaledeki Yalnızlık’ı izlerken bir kez daha şaşırdım. Oyuncu Volga Sorgu’nun yazıp yönettiği, yapımcılığını Çimen Yapım’ın üstlendiği bir ilk film ‘Kaledeki Yalnızlık’. Kariyerinin son günlerini amatör takımda geçiren ‘Kaplan Nurettin’in hazin hikayesini anlatıyor. Karısını trafik kazasında kaybetmiş, oğlunu tek başına büyütmüş bir adam Nurettin. Baba-oğulun yoksul ve kasvetli yaşamı, Almanya’dan gelen teyze Zenoş’la değişiveriyor. Tam anlamıyla ‘kadın eli değiyor’ eve. Bu noktada filme de Özlem Tekin değmiş oluyor ki, etkisi az değil. Nurettin’i kendisi de eski kaleci olan Numan Çakır’ın, oğlunu Tolga Sarıtaş’ın canlandırdığı filmde irili ufaklı rollerde Nur Sürer, Menderes Samancılar, Erkan Can, Yıldırım Bayazıt gibi oyuncular, sürpriz olarak da futbolcu Ümit Karan var. Ama dediğim gibi, Özlem Tekin, çok iyi çalıştığı ‘Almancı’ aksanıyla deli dolu Zenoş’ta sahiden bir numara.