Çağan Irmak’ın yeni filmi ‘Prensesin Uykusu’ masallara, mucizelere, iyiliklere inanmaya ihtiyaç duyanlar için...
Masallar belli bir yaşta terk edilir, ne fena... O çocukken varlığıyla zenginleştiğimiz şeylere, birdenbire konuşuveren hayvanlara, insana hayatın sırrını veren ağaçlara, meleklere, mucizelere inanmaktan vazgeçeriz büyüdükçe. Sanki artık onlara ihtiyacımız yokmuş gibi...
Giderek iyi olan her şeye inancımızı kaybederiz. Doğaüstü güçler taşımasına gerek yok, sadece iyi insanlar bile masal dünyasına aittir artık bizim için. İyilik yapanın mutlaka bir art niyeti vardır, bir çıkarı vardır, yoksa niye bir başkası için parmağını kıpırdatsın ki insan?
Hal böyle olunca şimdi size anlatacağım Aziz de fantastik bir karakter gibi kalıyor tabii. Aziz (Çağlar Çorumlu), Çağan Irmak’ın son filmi ‘Prensesin Uykusu’nun kahramanı. Bir kütüphanede çalışıyor, yetimhaneden arkadaşı Neşet (Alican Yücesoy) ile aynı evde yaşıyor, çok sakin, sıradan, pek çoklarına göre sıkıcı bir hayatı var. Ama kendisi çok memnun bu hayattan. Yüzünde bir gülümsemeyle doğmuş, bunu bütün hayatı boyunca korumuş.
Bir gün o dingin hayatına bir hareket geliyor: Apartmana yeni komşular taşınıyor. Sürekli silleler yediği hayatın yükünü tek başına omuzlanmaktan yorgun, biraz hırçın bir kadın olan Seçil (Sevinç Erbulak) ve masallara inanma çağını geçmemiş kızı Gizem (Şevval Başpınar).
Filmin keşfi Alican Yücesoy
Aziz ile küçük kızın arasında bir yakınlık doğuyor hemen ama daha bu bir dostluğa dönüşemeden Gizem ‘kötü bir adam’ yüzünden derin uykuya yatıyor. Çevresindekilere ise iki yol kalıyor: ‘Gerçekçi’ olup kötü olasılıklara kendini hazırlamak ya da ‘masallara’ inanıp bir mucize yaratmaya çalışmak.
Çocukluğundan beri başına gelen hiçbir felakette hayata küsmeyi seçmemiş, iyimser Aziz’in seçimi belli.
Onun karşılıksız iyiliklerinden işkillecek kadar hayattan korkmuş Seçil’in de... İkisi itişe kakışa, çatışa barışa bir mücadeleye girişiyorlar. Rehberleri de, uyuyan prenses Gizem’in günlüğünde yazdığı üç dileği oluyor.
En çok, ‘tiyatro izleyen sinema yönetmeni’ sıfatını layıkıyla taşıyan Irmak, gene isabetli bir şekilde sahnelerden transfer ettiği oyunculara; ‘İstanbul Efendisi’ oyununda izlediği Çağlar Çorumlu ve Sevinç Erbulak’a teslim etmiş başrollerini. Ama benim için filmin keşfi, Alican Yücesoy oldu. Bir de küçük bir rolde büyük bir ışıltı saçan Funda Şirinkal. İkisine dikkat edilmesini önemle rica ediyorum. Bir de görüldüğü her sahneye damgasını vuran Ayşenil Şamlıoğlu’na.
Genco Erkal için ise ayrı bir paragraf açmak lazım... Sürekli mahallenin otobüs durağında oturup bekleyen eski bir Yeşilçam yönetmenini oynuyor Erkal. Zamanında ‘avantür’ tarzında sayısız film çekmiş, ‘Killing’leri filan yapmış, belli ki Yılmaz Atadeniz’den esinlenilmiş bir yönetmen... O kadar sıcak, o kadar hoş bir karakter olmuş, onunla Neşet’in arasında kurulan arkadaşlıktan o kadar cazip bir hikaye çıkmış ki, içimden “Keşke bu ikisinin hikayesi ayrı bir film olsa” dedim. Genco Erkal’ın oyunculuğuna ise neredeyse doyamadım.
Hayata gülümseyen bir film ‘Prensesin Uykusu’. Kendisinin de söylediği gibi, Çağan Irmak’ın en neşeli filmi. Redd grubunun film için yaptığı şarkı çok hoş, kendilerinin de önemli bir yeri var filmde, fazla ipucu vermiş olmayalım ama...
Geri dönüşlerde kullanılan çizgi film bölümleri ve Aziz’in masalını destekleyen animasyonlar şahane. Filmi görenler “Türkler mi yaptı bunu?” diye soruyor, kendimize güvenelim lütfen, evet, Türkler yapmış tamamını, İmaj Animation’u kutlamak lazım. Bir de mucizelere, masallara inanmak... Kabul edelim, çok ihtiyacımız var buna...