Uzun zamandır bir arkadaşlık hikayesinin bu kadar yalın, güzel, içten anlatıldığını görmemiştim. Ayrıca bu dostluğun tarafları da eşine ender rastlanır karakterlerdi. Zaten Seyfi Teoman’ın ‘Bizim Büyük Çaresizliğimizi’ni etkileyici kılan da, öncelikle bu sıra dışı karakterler: Çetin (Fatih Al) ile Ender (İlker Aksum).
30’larının başlarındaki bu iki Ankaralı genç adam, liseden beri birbirlerinin en yakın dostu, sırdaşı, yoldaşı. Neredeyse aşka benzer bir ilişki var aralarında. Üniversitede ayrı şehirlere düşünce basbayağı hasret çekiyor ve Çetin’in Ankara’ya dönmesiyle ergenlik yıllarının düşünü hayata geçirerek birlikte yaşamaya başlıyorlar.
Ender çevirmen, evde çalışıyor. Çetin ise mühendis ve aslında hayata bakışlarında ortak hiçbir şey yok. Ama işte bu gerçekten bir tür aşk ve güven, paylaşım, ortak geçmiş ekseninde gül gibi geçinip gidiyorlar.
İki ödülü var
Ancak saadetleri pek uzun sürmüyor. Çünkü Almanya’da yaşayan ortak arkadaşları Fikret (Baki Davrak) trafik kazasında anne babasını kaybediyor. Ortada üniversite öğrencisi bir kız kardeş kalıyor: Nihal (Güneş Sayın). Genç kızın okulunu bitirene kadar Ankara’da kalması lazım ve Fikret’in onu emanet edecek kimsesi yok. Bizim iki kafadardan başka...
Böylece mutlu bekar evine saatli bir bomba düşüyor. Yas sürecini atlatması ayrı dert, sonrası ayrı dert bir genç kız... Üstelik Çetin’e ayrı, Ender’e ayrı ilgi gösteriyor olanca naifliğiyle. Ve kaçınılmaz olarak iki arkadaş birbirlerinden habersiz Nihal’e aşık oluyorlar.
Normalde iki arkadaşın birbirine gireceği, aralarındaki yakınlığın sonsuza dek zedeleneceği koşullar oluşmuş oluyor bu şekilde. Çünkü malum, her şey paylaşılabilir, yarin yanağından gayrı.
Ama Seyfi Teoman’ın, ama tabii en başta romanın sahibi, senaryoyu da Teoman’la birlikte yazan Barış Bıçakçı’nın karakterlerini özel kılan da bu... Onlar hem aşklarını, hem nesli tükenmiş dostluklarını korumayı başarıyorlar bir şekilde...
Süssüz püssüz, bir romanın sayfalarını çeviriyor duygusuyla izlediğiniz, sakin bir film ‘Bizim Büyük Çaresizliğimiz’. Nürnberg Türkiye-Almanya Film Festivali’nden ‘en iyi film’ ve ‘sinema eleştirmenleri ödülü’yle döndüğünü de hatırlatalım.
İlker Aksum’un yeteneği tüm Türkiye’nin malumu. Ama bu filmde belki daha önce ‘Hazan Mevsimi: Bir Panayır Hikayesi’nde izlemiş olabileceğiniz Fatih Al ve ilk kez göreceğiniz Güneş Sayın’la tanışacak ve bu isimleri bir kenara not edeceksiniz. Çetinin abisi olarak bir görünüp kaybolan ama izini bırakan Taner Birsel’in içki masasındaki tiradınıysa unutamayacaksınız.
Filmin başrollerinden birindeyse kuşkusuz Ankara var. Benim karşı çıktığım, Ankara’da ilişkiler çok daha naif, hesapsız, kitapsız iddiasına da bir kanıt gibi bu film. Gerçek hayatta karşılığı olmasa da hayali bile güzel...
118 33 kâbusu
Ne olacak bu 118’li hat reklamlarıyla halimiz? Kafamızın içinde sürekli 118’li melodiler... Hepsi birbirine karışıyor, bir kaostur gidiyor. Üstelik özellikle mi yapılıyor bilmiyorum, hepsi birbirinden itici reklamlar. Kafamıza kazınsın, kabuslarımıza girsin ki hiç unutmayalım diye zahir.
Ama tabii ki en sonuncusu, twitter ahalisini de çileden çıkaran 118-33 hepsini solladı geçti. Hatırlatmama gerek yoktur herhalde ama gene de söyleyeyim: Göğsünde 33 rakamıyla kıvırtıp oynayan bir adam seçilmiş bu hattı tanıtmak için. Hakikaten tahammül edilmesi güç bir reklam.
Ben artık televizyonu açmaya korkar oldum karşıma çıkacak diye. Ama tabii asıl kızdığım, dizilerde gay karakter göründü diye yer yerinden oynarken, çocuklarımızın ve gençlerimizin ruhsal ve zihinsel gelişimi olumsuz etkilenecek diye senaryolardan gay sözcüğü ayıklanırken, bu reklamda hiçbir sakınca görülmemesi. Çünkü gay dediğin ancak bir komedi unsuru olarak makbul, değil mi?