Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bugün gibi hatırlıyorum, üçlemenin ilk filmi gösterime girdiğinde yaşanan manasız tartışmaları. Yıl 2007'ydi, Semih Kaplanoğlu 'Yumurta' ile peşpeşe ödülleri aldıkça muhtelif yönetmenlerin, yapımcıların ve köşe yazarlarının hışmına uğruyordu. Her zamanki 'ödüller kimsenin izlemediği filmlere gidiyor' iddiasının saygısızlık boyutuna vardığı bir vakaydı. Sadece Sinan Çetin'in film için "Bu entelektüel terördür" dediğini hatırlatalım, yeter.
O dönem röportaj için Semih Kaplanoğlu'nun kapısını çalmış, ödül aldığı için neredeyse özür dilemesini bekleyen tavır karşısındaki şaşkınlığını görmüştüm. Hayat etrafımızda son hızla, özensizce, paldır küldür akarken, kimse birbirini dinlemez en yüksek sesiyle konuşurken 'vicdanın sesini duyurmak için' sinema yapmayı seçmiş biriydi o. Zaman aslında o kadar hızlı ve gürültülü akan bir şey değildi çünkü, hele

Haberin Devamı
Ödül bir şeyleri değiştirir mi
kendimizle başbaşa olduğumuzda. O yüzden onun filmlerinde de öyle akmıyordu.
Ama tabii sırf Semih Kaplanoğlu'nun kaderi değil bir şey anlatmaya çalışırken mütemadiyen sıkıcılıkla damgalanmak. Nuri Bilge Ceylan'a da, Reha Erdem'e de, Derviş Zaim'e de, daha pek çok kendi dili olan yönetmenimize de yaşama şansı pek az tanınıyor memleket topraklarında. Dışarıda övgü ve ödüle boğulup içeride filmlerini gösterecek salon bulamıyorlar. En son Reha Erdem'in Altın Portakal'dan en iyi film ödülüyle dönen 'Kosmos'u seyirciyle buluşamadı örneğin.

Türkiye’nin Renoir’ı
'Yumurta' Cannes Film Festivali'nde gösterildiğinde yabancı basın tarafından 'Türk sinemasının Renoir'ı' ilan edilen Semih Kaplanoğlu, şimdi üçlemesinin son halkası 'Bal' ile 46 yıldan sonra ilk kez Altın Ayı kazandırdı Türk sinemasına. Hiç kuşkum yok bu 'entelektüel terör' ya da 'kabızlık' iddialarının sahiplerini susturmayacaktır. Onlar gene devam edecektir 'seyirciyi hiçe sayan ödül mekanizması' muhabbetlerine.
Ama belki de bir şeyler değişecektir diye umutlanıyor insan. Ödül konuşması yaparken “Umarım, bu ödül Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Reha Erdem gibi yönetmenlerin daha çok izleyiciyle buluşmasına, bu blokajın kırılmasına imkan sağlar” diyen Semih Kaplanoğlu'nun dileğinin gerçekleşmesini umuyor örneğin. 'Recep İvedik'lere, 'Damacana'lara, 'Maskeli' serilere mahkum olmayalım istiyor... Bir de 'bu kılıksız yönetmenler ecnebi festivallere gidecek olsalar kıyafet şartına uymak zorunda kalacaklar' iddiasını hatırlayarak, Altın Ayı'yı kucaklayan Semih Kaplanoğlu'nun üzerinde smokin olmadığını herkes gördü mü, onu da merak ediyor tabii...


İlk filmini kafasında çekti
Altın Ayı, Kaplanoğlu'nun meslek hayatını çok belirleyen bir anekdotu hatırlattı bana. 80'lerin başlarında Ege Üniversitesi Sinema TV Bölümü birinci sınıf öğrencisiyken, hocaları Oktay Kutluğ, ellerine sekiz milimetrelik kameralar vermiş. Herkes 'ilk filmini' çekip bitirdiğinde kapakları bir açmışlar ki, içi boş. "Gördüğünüz gibi film zihinsel de bir şeydir" demiş hocaları. "Maalesef okul film alamıyor ama siz şimdi ilk filmlerinizi çektiniz." Öğrencilerine film alamayan bir memleketten çıkıp Altın Ayı'yı alan Semih Kaplanoğlu'nu kutluyorum. Sinemanın imkanlarla sınırlı olmadığını bir kez daha gösterdi.