Her felaket bir turnusol kağıdı görevi görüyor ne yazık ki... İnsanlığımıza dair... Ve fena halde sınıfta kalıyoruz her seferinde.
Kişinin olaya nereden, hangi siyasi pencereden baktığından bağımsız konuşuyorum... “Gezi yıldönümünden iki hafta önce yaşanan Soma faciasına ne sebep oldu merak ediyoruz” diyen gazeteciye de, “Zamanlaması olmadı. Keşke ağustos ayında, cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde olsaydı, başbakan ne şok yaşardı” diyen vatandaşa da, sözüm...
Ya da konuyu ‘Allah’a havale edip’, “Kader” deyip meseleyi deşenlere, “Ölü sevici” demeye kalkanlara, bu konuya zaman harcayıp Twitter’da ‘ölü seviciler işbaşında’ (Evet böyle bir başlık var, TT listesinde, inanılır gibi değil!) hashtag açanlara: Nasıl yapabiliyorsunuz?
Orada ne hikmetse sayısı ‘belirsiz’ canlar toprak altındayken, her dakika ölü sayısı artarken, insanlar kayıplarına ağlarken, aklınız bunlara nasıl işleyebiliyor?
Bakıyorum, herkes bir diğerinin açığını yakalamakla meşgul. Herkesin kendi acısı en samimi, diğer herkes duyarsız, sahtekar, hain, suçlu, kötü kalpli... Ve böylesi bir felaket, bütün bunların ortaya saçılması için mükemmel bir fırsat olarak görülebiliyor.
YÜREKLER KARARMIŞ
Ak Partili Milletvekili Burhan Kuzu misal, “Resmi rakamlar dışında bir takım kazmaların verdiği ürkütücü rakamlara inanmayın” diyor; “Başbakan bugün Soma’ya gidecek.” ‘Kazmalar’ evet, böylesi bir olayda gerçek ölü sayısının peşine düşenlere uygun bulunan sıfat bu... İhtimal, Manisa Belediye Başkanı Cengiz Ergün’ün “157 ölü var” açıklamasından sonra atılmış bir tweet ama kim bu kazmalar, dertleri ne ki orada çok ölü varmış gibi göstermeye çalışıyorlar, belli değil... Ayrıca kaç ölü olursa ‘ürkütücü’ kabul edeceğiz? O da belirtilmemiş. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan gittiği felaket bölgesinden açıklama yapıyor sonra: “Ölü sayısı 232.”
Yeterince ürkütücü mü ki acaba?
Yuvarlak cümleler kuruluyor, “Umarız bu kez dersler alınsın”, “Bir daha böyle felaketler olmasın”, “Bu görüntüler unutulmasın”... Kimsenin üzerine alınmadığı, herkesin birbirine ‘tavsiye ettiği’ bir takım özlü cümleler... “Sorumlular bulunsun”... Tabii, ben değilim, sen değilsin, hayali bir takım sorumlular, her zamanki gibi... Hatta takdir-i ilahi de olabilir. Şu partiye ya da bu partiye oy verdiklerinden başlarına gelmiş bir ceza bile olabilir... Bunlar benim geniş hayal gücümün bir ürünü değil, yine sosyal medyada gördüğüm, birilerinin aklına gelebilmiş, yetmemiş klavye marifetiyle dış dünyayla paylaşılmış iddialardan bazıları...
Bu sırada yerin bilmem kaç kat altından çıkarılan bir işçinin aklına ilk gelense “Çizmelerimi çıkarayım mı?” diye sormak oluyor: “Sedye kirlenmesin”... O can pazarını da birbirine gol atmak için kullananların ne kadar fazla olduğunu bilir gibi... Onun canının karşımızdakine saldırmanın keyfi kadar kıymeti olmadığının farkında gibi... Yürekler kararmış kararacağı kadar da bari sedye kirlenmesin... Soma’dan bize kalacak cümle de budur, olanca yalınlığı ve bütün ağırlığıyla...
Ondan sonra hangi ‘ulusal yas’? Biz aynı acıya gözyaşı dökebilen bir ‘ulus’ değiliz ki...