Az masrafla zengin bir tatil geçirmek, koca bir tarihle tanışmak için Prag’ın tam zamanı
Şu sıralar kısa bir tatil şansınız varsa, fazla masrafa girmeden bir masal diyarında bulabilirsiniz kendinizi, hemen davranın. İşe “Prag’a gidiyorum ben” dediğinizde alacağınız “Aaa donarsın” tepkilerini geri püskürtmeye hazırlanarak başlayın. Emin olun, donmuyorsunuz, hatta kışın göbeğinde pırıl pırıl güneşli bir sürpriz bile yapabiliyor Prag size. Ve adım başı sıcak şarap, ‘milli içki’ Becherovka ve benzeri ısıtıcı seçenekler mevcut.
Asla ve asla bir tur şirketiyle gitmeye kalkışmayın. Yola çıkana kadar başınıza gelenler yetmezmiş gibi merkezde dört yıldızlı otel diye gittiğiniz yer, ücra bir köşede hostelden hallice bir hizmet sunuyor olacaktır, booking.com’dan şaşmayın.
Restoran cenneti
Boyut’un, Dost’un rehberlerini ve bulursanız mutlaka And Mag dergisinin ilgili sayısını yanınızda bulundurun. Bunu bütün gezilerinizde yapın, pişman olmazsınız. Gezilip görülecek yerler belli, benim yazacaklarım daha kişisel deneyimler.
Prag bir restoran pub cenneti. Meşhur Karl Köprüsü’nün yakınındaki Bellevue’yü, yine benzer konumdaki Mlynec’i, karşı kıyıdaki Kampa Park’ı, nehrin ortasındaki Strelecky Ostroff’u öneririm. Böyle bir manzarayla bu kalitede yemekleri İstanbul’da biraraya getiren yerlerde bir aylık maaşınızı bırakıp çıkarsınız, buradaki fiyatlara inanamayacaksınız.
Gelgelelim Prag’da sizi kazıklaması muhtemel bir numaralı insan grubu, taksi şoförleri. Biz acı bir şekilde öğrendik, ille sarı taksileri tercih etmez ve binerken fiyat sormazsanız 150 kuronluk mesafeye bin kuron verebilirsiniz.
Şaşırtıcı ama müzelerde - sergilerde durum pek iç açıcı değil. Adları büyük, içerikleri cılız olabiliyor. Şehrin en şaşaalı etkinliği olan Modigliani sergisi örneğin, şaka gibiydi. Afişte kullanılan tablo, kapanışa 10 gün kala hâlâ şehre ulaşamamış, yerine bir özür notu ve röprodüksiyon konmuştu, bu kadarını söyleyeyim.
Ve bu özür notlarından çok gördüğümüzü de belirtmeliyim. Bir hafta içinde iki bale, bir opera gösterisi ‘hastalık nedeniyle’ değişti. Nedim Saban, o şehirde tiyatro yapamayacakmış belli ki.
Tiyatro deyince, ilginçtir, Prag’da adı tiyatro olan kurumlar daha ziyade opera sahneliyor. Ulusal Tiyatro’nun programında yedi operaya bir tiyatro oyunu düşüyor. Biz bunlardan biri olan ‘Üç Kuruşluk Opera’yı izledik, çok etkileyiciydi. En az, Prag Senfoni Orkestrası’yla çalan Fazıl Say konseri kadar. Say, çalmayı bitirdiğinde yer yerinden oynadı, altı kez selama ve ‘bis’e çağrıldı, söylemeden edemeyeceğim.
Salonların görkemi yeter
Buna karşılık, fazlasıyla turistik ‘Best of Kuğu Gölü’ benzeri gösterilerden adım başı mevcut. ‘Best of Serdar Ortaç’tan iyidir elbette, ama siz yine de bir gösteri izleyecekseniz, Ulusal Opera’nın, Tiyatro’nun ve Senfoni’nin programlarından şaşmayın derim. Salonların görkemi bile yeter.
Fakat her şeyin ötesinde, yurda dönerken, tarihine sahip çıkan, yıkmaya değil, her şeyi ilk haliyle korumaya eğilimli, topraklarında yaşanmış acılarla ‘unutarak’ değil, her an hatırlayarak barışan bir millet, bir kent tanımış olacaksınız. Ben çok gıpta ettim.
Gazetecilere ‘vicdan taraması’ yapılsa
Gazeteci olmak için ne gibi özelliklere sahip olmalıdır insan? Eğitim, birikim, yetenek? Ben son zamanlarda sıkça bir şeyin eksikliğini hissediyorum: Vicdan. Keşke mümkün olsa da eline kalem verilen insanlar önce bir ‘vicdan taraması’ndan geçirilebilse. İşe girerken almamız gereken ‘akciğer röntgeni’nden daha elzem bence.
Kişi, o masanın başına oturup tuşlara basmaya başladığı anda nasıl bir sorumluluğun altına girdiğini fark ediyor mu? Kendisini, hakkında yazı yazmakta olduğu kişinin, onun yakınlarının yerine koyabiliyor mu? Köşesinden dünyaya savurduğu ‘değerli fikir’lerin hangi hayatlarda bomba etkisi yaratabileceğini hesap ediyor mu?
Vicdan, iki gün fazladan ‘konuşulmanın’ buna değip değmeyeceğinin muhasebesini yapabilmek içindir. Kendisini kimsenin namusunun, ahlakının bekçiliğine soyunacak kadar önemsememek içindir. Gece rahat uyumanın, aynaya huzurla bakmanın o meşhur ‘yazının şehveti’nden daha önemli olduğunu fark etmek içindir.
Kime anlatıyorum ama değil mi? Peki, bu meslek büyüğümüze, şansa bakın ki 10 küsür sene önce, tam da Defne Joy Foster’la aynı günlerde, genç bir kadının evinde hayata veda etmiş, evli-barklı-çocuklu bir erkeğin arkasından yazdığı (kuşkusuz hak edilmiş) güzellemeleri hatırlatsak, bu çifte standart bile o vicdanın olması gereken yerde bir kıpırtı yaratmaz mı gene de?