Birileri sizin şarkınızı ciddiye alıyor, sahipleniyor, dinleyip hisleniyor. Siz hiç acımadan onu önünüze koyup kesip biçerek bir tür reklam cıngılına dönüştürüyorsunuz
Yazın başından beri dinlemeyi çok sevdiğim bir şarkı var: ‘Ben Öldüm’. Gece grubunun baharda çıkardığı albümün klip şarkısı ve ilk duyduğum andan beri her karşılaştığımda derhal radyonun sesini açmama neden oluyor. Albümü almama da ramak kalmıştı ki, o radyonun sesini bir açışımda hayret verici bir durumla karşılaştım.
Şarkının sağlam sound’u, çok akılda kalıcı melodisi ve de alışılmadık derecede iyi sözleri var. “Neden insan ayıpladığını yaşamadan ölmüyor?” gibi gayet düşünülmüş ve düşündüren sözler. Ve fakat o da ne? Tam siz o sözlere takılıp düşünceye dalmışken, solist “Dinle / Hep Powertürk’le” diyerek sizi uyandırıyor.
Duyduklarıma anlam vermem gerçekten zaman aldı. Sonra başka örneklerine de rastladım ve nihayet aydım ki, Powertürk kimi çok çaldığı şarkılara, belli ki çok çalmanın bedeli olarak, radyonun adının geçtiği cümleler ekletiyor. Birileri de bunu kabul ediyor, alıyor önüne şarkısının sözünü ve münasip bulduğu bir yerine ‘Powertürk’ ekliyor! Bilahare Ceynur’un ‘Arabada Dinle’sinde, Bengü’nün ‘Aşkım’ında ve maalesef not alamadığım için şu an hatırlayamadığım birkaç şarkıda daha aynı durumu tespit ettim. Hepsinin bir ‘Powertürk’ versiyonu var.
İnanılır gibi değil. Birileri sizin şarkınızı ciddiye alıyor, sahipleniyor, dinleyip hisleniyor. Siz hiç acımadan onu önünüze koyup kesip biçerek bir tür reklam cıngılına dönüştürüyorsunuz. Ondan sonra da burada bir ‘samimiyet’in varlığına inanmamız bekleniyor.
Daha önce Özgün radyolar için bir şarkısının ‘rakısız’ Ramazan versiyonunu yapmıştı da şaşkına dönmüştüm. Bunu da geçen oldu nihayet. “Bu bir ticari üründür, hangi markette satılıyorsa üzerine onun etiketi yapıştırılabilir”, bunun Türkçesi bu da, müzik böyle bir şey midir? Ve ben o çok sevdiğim şarkıyı kulağıma “Hep Powertürk’le” cümlesi gelmeden nasıl dinleyeceğim artık?
Radyonunki de saçma bir politika ayrıca. Çalacağım diye şarkıları katletmek de neyin nesi? Üstelik sloganınız ‘Önce müzik!’ken.
Beşiktaş’ın vahası
Hâlâ havalar dışarıda oturmaya uygunken, şehrin göbeğinde ama çok saklı-gizli bir bahçeden söz edeceğim: Kamburun bahçesinden. Hakikaten, bir yer ancak bu kadar ‘göbek’te olabilir. Beşiktaş çarşısına Akaretler tarafından girdiniz, sol tarafınızda ‘Otopark’ tabelasını arayarak yürüyünüz. Tabelayı gördünüz mü giriniz. Karşınıza görüp göreceğiniz en dev çınar ağaçları altında koskocaman bir alan çıkacak.
Bir yana baktığınızda bir çay bahçesi, diğer yanda da o ağaçların altına kurulu bir ocakbaşı-meyhane bulacaksınız. Plastik sandalyeli, hayli salaş ama yiyeceğiniz hiçbir şeyden pişman olmayacağınız bir meyhane. Çok güleryüzlü bir servis beklemeyiniz, bir aksilik hakim ortama ama kötü niyet yok, dert etmiyor insan. Zeytinyağlılar taze, etler lezzetli, fiyatlar makul...
Burası eskiden yazlık sinema, bir zaman da bir dolu ünlü ismi ağırlamış gazinoymuş. Şimdi dediğim gibi bir anlamda cami yıkılmış ama mihrap yerinde. Hatta bir an “Zaman durmuş olabilir mi, bu zamanda böyle bir bahçe burada hâlâ duruyor olabilir mi?” diye de düşünüyor insan.
Birkaç yıl önce otopark uğruna asırlık çınarların bir bölümüne kıyılmış zaten, bari kalanlara gözümüz gibi bakalım. Ve böyle bir yer -hâlâ- varken, tadını çıkaralım!