Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bu konuya girmemeye çalışmıştım ama Levent Kırca’nın geçen haftaki skandalından sonra özür niyetine söylediği cümleler üzerine geç de olsa birkaç söz etmek istedim

Kırca’nın sanatçılar girişimininin buluşmasını bir fiyaskoya dönüştüren berbat lafları, malum. Sonra özür dilemeye çıktı Ulusal Kanal’a. Diledi mi, diledi, “Bir halt ettim” dedi, “Dilim sürçtü” dedi ki bence bu dil değil beyin sürçmesi olabilir ancak. O kelimelerin dile gelene kadar birçok boğumdan geçmesi gerekiyor çünkü teorik olarak. Ama neticede beklediği; yüksek tansiyondan muzdarip bir adam olarak anlayış.
Beni bu hikayede sinir eden birkaç şey var. Birincisi, bu cümlelerin kadınları ‘incitici’ kabul edilmesi. Bir sanatçının; kendisine muhalif diyen ve herhalde arkasında buna inanan birileri olan bir sanatçının çıkıp “Ben de bir karı buldum onu dü...ceğim” gibi bir cümle kurabilmesi, sadece kadınların sorunu değil ki... Ayrıca ‘incitici’ de değil, ‘öfkelendirici’.

Başımıza ne geliyorsa...
Ne geliyorsa başımıza bu ‘kadınlar narin yaratıklardır’ bakış açısından geliyor. Böyle böyle okunuyor o narin kadınların canına. Bana ne, ben elin adamının ettiği laftan niye incineceğim? Kendi eşi, dostu düşünsün... Ben bir kadın değil, bir insan olarak, belki çocukluğunda Levent Kırca’yı izlemiş bir seyirci olarak öfkelenebilirim ancak. “Bundan incinen kadın kollarından, kadın ellerinden özür dilerim” gene aynı seksist bakış açısının uzantısı değil mi?
İkincisi de alkol meselesi. Levent Kırca, konuşmasının önemli bir bölümünü “İsyan ediyorum. Ben alkol kullanmam” teması üzerine kurdu. Onu aşağılamak için uydurulmuş bir şeymiş bu. Medya hep bunu yapıyormuş. Ona sarhoş diyormuş. O asla içmezmiş. Bu ‘muhalif’ sanatçının, alkolün her türlü kötülüğün anası olarak gösterilip dizilerden, sokaklardan, festivallerden ayıklandığı böyle bir dönemde kendisini “Ben ağzıma sürmem” diye savunmaya kalkması da tuhaf olmuyor mu? Hayır, hangisi daha kötü, içki içip sarhoş olmak mı, sarhoş olmadan ağzına geleni kontrol edememek mi?

Haberin Devamı

YENi YIL YENi ANNA

Haberin Devamı

Aşkının bedelini hayatıyla ödeyen kahramanların en ünlüsü Anna Karenina, kim bilir kaçıncı kez beyazperdede. “Sonu baştan belli bir şeyi neden izleyeyim?” diyebilirsiniz, büyük hata edersiniz. Joe Wright’ın ‘Anna Karenina’sı, herkesin artık ezbere bildiği bir hikaye nasıl farklı kılınabilir konusunda ders gibi... Tabii başarının önemli bir kısmı, senaryoda imzası olan İngiliz yazar Tom Stoppard’a ait. Gerisiyse, daha önce ‘Pride and Prejudice/Aşk ve Gurur’ ve ‘Atonement/Kefaret’i uyarlarken klasik bir anlayış benimsemişken bu kez elini korkak alıştırmayan Joe Wright’a.
Çekim için Rusya ve İngiltere’de muhtelif mekânlara bakıp dönem filmi eli değmemiş bölge bulamayınca, filmi Shepperton stüdyolarında çekmeye karar vermiş Wright. Ve oraya bir tiyatro sahnesi kurmuş. Kahramanlar kapılardan geçerek kâh tren istasyonunda, kâh balo salonunda olabiliyorlar. Film, özellikle trajik sonun henüz uzakta olduğu ilk bölümde müthiş bir tempoyla, neşeli bir havada geçiyor ve siz zavallı Anna’nın korkunç sonunu zaman zaman dönen tren tekerleriyle hatırlasanız bile, gene de tatlı bir aşk hikayesi izler gibi izliyorsunuz. Wright’ın ailesi kukla tiyatrosu sahibiymiş, seyirciyi film boyunca gezdirdiği bu bebekevi atmosferinde o günlerden izler var kuşkusuz.
Kendinize bir hediye verin Keira Knightley, isabetli bir Anna olmuş, Jude Law’u epey açılmış alnıyla sıkıcı koca Karenin rolünde izlemek biraz üzücü ama ne yapalım, zaman geçiyor... ‘Aşk ve Gurur’da Knightley’nin karşısında Darcy’yi oynayan Matthew Macfadyen bu kez Anna’nın ağabeyi Oblonsky rolünde göz alıyor. Anna’nın kalbini çalan Vronski’de ise 22 yaşındaki İngiliz aktör Aaaron-Perry Johnson var. Yeni yılın hiç değilse eskisini aratmamasını, mümkünse de bir sürpriz yapıp güzellikler getirmesini dileyerek ‘Anna Karenina’yı kendinize ve -bedel olarak ölmeniz gerekmeyecek aşkınıza mesela- yeni yıl hediyesi olarak vermenizi öneriyorum.