“Bu kadın bu adama niye aşık oldu yani? Nesine?” Son birkaç gördüğüm filmden kafamda bu soruyla çıktım hep, ki sonuncusu “Üç Maymun”. Bir diğeri Altın Portakal’da izlediğim “Gökten Üç Elma Düştü” idi. Öyle hikayeler anlatılıyor ki, her şey tamam da aşk ya da tutku, her neyse, bu derece nedensiz olamaz ki, ikna olmuyor insan. Ya da olmak istemiyor...
Tamam, Özdemir Erdoğan sayesinde “Sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir” diye büyüdük ama bu kadar da değil herhalde...
Ortalıkta hiçbir etkileyici yanları olmadığı gibi bir de üstüne habire asan kesen, iten kakan birtakım adamlar ve onlara meftun kadınlar... Adamlar tabii ki evliler, çapkınlar ve hayatlarına giren kadın onlara yapışıyor ne hikmetse.
‘Kutsal’ aile
Raşit Çelikezer’in “Gökten Üç Elma Düştü”sünde Kürşat Alnıaçık’ın oynadığı banka müdürü adam mesela, yanında çalışan sevgilisini Malatya’ya sürdürüyor kurtulmak için.
Yani sevgililerinden birini... Bir diğerini ise tekme tokat dövüp yerlerde sürükleme yoluna gidiyor. Sebep? Kadının uzaktan adam, karısı ve kızından oluşan ‘saadet üçgenini’ izlemek, neye benzediklerini görmek istemesi... “Vay efendim, sen ne arıyorsun benim ‘kutsal’ ailemin civarında?”
Tıpatıp aynı durum Nuri Bilge Ceylan’ın “Üç Maymun”unda da var. Kadın aylardır birlikte olduğu, kendisine ilk tanıştıklarında “Sizin için her şeyi yaparım” diyen adamla ailesini uzaktan seyrediyor ve ‘sınırı aştığı için’ aşağılanmalara maruz kalıyor.
Hesapta sevmek yok, özlemek yok, inanmak, güvenmek yok zira... Bu hesabı bozan da her türlü hakareti hak eder.
Adamların durumu bu da, benim sinirimi aslında tamamen ‘durup dururken’ onları sevmeye kalkışan kadınlar bozuyor bu filmlerde.
Ruh güzelliği
Bunun tersi bir hikayeyi ise yine Altın Portakal’da “Dilber’in Sekiz Günü”nde izledik. Cemal Şan’ın ‘sekiz gün’ üçlemesinin ikincisi...
Orada bir adam var ki, Dilber’in sevdiği tarafından kırılmış kalbini sabırla, sevgiyle, iyilikle yeniden onarıyor, fethediyor. Seyircininkini de tabii...
Üstelik ilk bakışta “Bu güzel kız bununla mı evlenecek?” dedirten fiziksel defolara sahip. Fakat günden güne biz de Dilber’le birlikte onun ‘ruhunu’ keşfediyor ve çok seviyoruz. İnsanın içini ısıtan bir hikaye. Asıl ruhtaki sakatlıklardan sakınmak gerektiğini hatırlatan, kalbimizi kime, neden vermemiz gerektiğini düşündüren... Zira yüce gönüllü olmak iyi güzel de, insan sevilmeyi de hak etmeli bir parça...
Spacey ve cinsel tercih
Kevin Spacey, hepimizi şaşkına çevirdi Altın Portakal’da. Bütün gelen geçen şöhretler bir yana, onun gönlümüzdeki yeri apayrıydı. Barda insanlarla içiçe oturuşu, partilerde kendisini ortaya atarak şarkı söyleyip dans edişi, Serdar Ortaç’ın beynimize nakşedilen “Hayaaat beni neden yoruyorsun” nakaratına bile eşlik edişi...
Kendi ‘yıldızlarımızdan’ çok daha yakındı, doğaldı, rahattı...
Ama tabii sonra düşündüm, bunun bir sebebi vardı, o tanımıyordu bizi. Aslında mesafeli durması gerektiğini, elini verirse kolunu kaptırabileceğini, saçma sapan esprilere maruz kalacağını bilmiyordu. Umrunda da değildir tahminen ama hazin bir durum gene de...
Neyi konuşuyorlar?
Cengiz Semercioğlu yazmış, “Ünlü oyuncunun cinsel tercihi konuşuldu gece boyunca kulaktan kulağa.” şeklinde.
Neyi konuşuyorsunuz ki hâlâ? Adamın gizlisi saklısı yok, bunu çoktan geçmiş...
Devamı daha da fena: “Hatta Üç Maymun’un kadrosundaki bir erkek oyuncuyu o kadar beğenmiş ki Kevin Spacey, gün boyu peşinden koşup yorgun düştüğü için gece erken çekilmiş odasına...Bu kadar büyük geyikler bile yapıldı... Üç Maymun’un hangi oyuncusu mu? Yavuz Bingöl değil canım... Ahmet Rıfat Şungar’dan bahsediyorum.”
Pes gerçekten... İki Oscar’lı bir dev oyuncu sıradan bir insan olarak sizinle aynı partiye takılıyor, siz köşenizden onu ‘cinsel tercihini’ konuşuyorsunuz.
Söz konusu olan bir Türk aktör olsa bu kadar rahat yazamazdık herhalde bunları.. “Siz Türkler benim kalbimi çaldınız” dedi ya Spacey, umut ediyorum hakkında çıkan yazılar tercüme edilmiyordur kendisine...