Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Üç gün içinde üç ayrı şekilde duydum, birkaç kez de kendim sordum bu soruyu: “Sen gerçek misin?”, “Bu gerçek olabilir mi?” Çok umutlu, bir o kadar umutsuz, hem iyimser, hem karamsar bir garip soru. Ve korkarım bu çağın insanı olarak geldiğimiz noktanın bir özeti.
Gerçek deyince sürüyle yalanı, dolanı, numarayı anladığımız için, daha olduğu gibi ya da aslında ‘olması gerektiği’ gibi, eski zamanlardan, daha bu kadar oyunlara batmadığımız günlerden hatırladığımız gibi bir şeyle karşılaşınca şüphelere gark oluyoruz. “Her şey fazla yolunda görünüyor, bir yamuğu çıkacak ama dur bakalım nereden...”
Eş dost, yakın arkadaşlar hep beraber mercek altına alıyoruz ‘deneğimizi’ ve gerçekten ancak aradığımız açığı bulunca rahatlıyoruz. Eh o kadar iyiydi ki, ‘gerçek’ olamazdı zaten... 

Gönül kaçanı kovalar
Fakat aslında hepimiz ‘gerçeğin’ peşindeysek bütün o şikayet ettiğimiz, bizi kıran, döken, hayata küstüren ‘sahtelikleri’ kim üretiyor?
Bir düşünsenize hayatta kaç kere size yüreğini açan, duygularını, zaaflarını, korkularını hesapsız kitapsız ortaya döken birinden sıkılıp kaçtınız? “Beni çok seviyor” diye hoyrat davranmakta beis görmediniz? Size umursamaz davranan başka birini daha cazip bulup onu fethetmek uğruna diğerini gözünüzü kırpmadan feda ettiniz?
Böyle böyle öğrettiniz - öğrettik işte insanlara iyiliğin, sahiciliğin, samimiyetin prim yapmadığını. Muhtemelen biz de birilerinden öğrenmiştik. Gönül kaçanı kovalardı, normali buydu, insanın doğasıydı. Kaçmalıydık. Kaçanın peşinden gitmeliydik. Sevdiğimizi, özlediğimizi açık etmemeli, sürekli kaçak dövüşmeliydik. İyi oynayan kazanırdı, böyle bir arenaydı aşk dediğin. 

Gerçek olan kim?
Sonuç, öyle kuraklaştı ki ortalık, artık kimse yolunda giden bir şey karşısında ne yapacağını bilemiyor. Korkup kaçmalı mı, göze almalı mı... Bir bit yeniği olmalı altında ama ne? Bu kadar ‘iyi’ görünmesi ‘normal’ mi? Nasıl bir art niyet taşıyor acaba?
Sorular, sorular... “Sen gerçek misin?” Bu soruyu sormadığımız yaşları hatırlamaya çalışsak... Söylenene, gösterilene inandığımız, bu yüzden kırılmadığımız ve tabii kırmadığımız... Aşk için oyunlara ihtiyaç duymadığımız... ‘Gerçek’la karşılaşınca kaçmadığımız...
Belki o zaman hakkımız olur bu soruyu sormaya... Çünkü önce kendine sormalı insan: “Peki ben gerçek miyim?”


Cibalikapı Bodrum’a açıldı
Tatil biraz da yeme içmeyle anılan bir şeydir ya... Mesela güneş batarken bir iskele ya da kumsaldaki masaya oturmanız, ‘rakı balık’ ritüeline girmeniz beklenir.
Ve fakat sahil beldelerimiz sanıldığı kadar da zengin değildir bu açıdan. Balık istifi dizilmiş masalara sığışırsınız, kötü bir servisle lezzetsiz mezeler ve çiftlik balıkları yersiniz, fena halde kazıklanır gidersiniz. Yediğinizin içtiğinizin değil kısa sürecek turizm sezonunun bedelidir ödediğiniz para. İşletmeci iki ay içinde ne kazansa kârdır çünkü.
Bu konudaki en sabıkalı bölgelerden olan Bodrum’da bu yıl Ortakent’teki Palavra gibi, Umurça’daki Komodor gibi istisnai mekânları keşfetmiş, mutlu olmuştum. Şimdi bunlara bir de Cibalikapı Balıkçısı eklendi. 

Bodrum farkı yok
İstanbullu balıkseverler gayet yakından tanır Cibalikapı’yı. On yıl kadar önce gazeteciliği bırakarak hem kendisi hem de damak tadımız için hayırlı bir iş yapan Behzat Şahin önce Balat’ta, sonra Moda’da açtığı restoranını şimdi de Torba’ya taşımış.
Gündüzleri My Bodrum Beach burası, akşam olunca da bembeyaz masalar atılıyor iskeleye ve de bahçeye, tamamen İstanbul’dan alıştığımız lezzetleri ve de fiyatları ile Cibalikapı Balıkçısı’na dönüşüyor mekan.
Gene olağanüstü mezeler, otlar ve de günlük balıklar. Behzat Şahin işin başında ama bir de kadın eli değiyor Cibalikapı Torba’ya: Bitmek bilmeyen enerjisi ile Selin Kartal sayesinde yediğiniz önünüzde, yemediğiniz arkanızda.
En önemlisi fiyatlarda Bodrum farkı yok. Yiyor içiyor, kazıklanmadan çıkıyorsunuz. Bir de yeni tatlı koymuşlar mönüye: Enginar tatlısı. Adını veren sebzeye aldanmayıp mutlaka denemek lazım...