Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yılbaşında evlenip yeni yılda baba olacağını öğrendiğimiz Okan Bayülgen’in Sabah’tan Figen Yanık’a verdiği röportaj çok hoştu gerçekten. Herhangi bir memurun onayına ihtiyaç duymadan şimdiden ‘karım’ diye hitap ettiği Şirin Ediger’i ve ilişkilerini öyle güzel anlatıyor ki.
Çok şükür “O benim ruh eşim” gibi tuhaf laflar etmiyor, tutuyor iyi bir kavga arkadaşı bulmaktan duyduğu memnuniyetten söz ediyor. Karısının da kendisi gibi öfkeli olduğunu, sokağa çıktıklarında bir tanesi kavgaya tutuştu mu ötekinin de derhal katıldığını öyle coşkuyla anlatıyor ki... “İki iyi kavga arkadaşıyız. Bu bana yetiyor zaten. Bunun yerine ‘Sakin ol kocacığım,’ diyen iyimser ve sürekli gülümseyen bir kadın olsaydı, onu pencereden atardım herhalde.” diyor.

Kadın uyumlu olmalı
Bütün o kadına biçilen sakinleştirici rollerine inat, Bayülgen’in bu sözleri pek hoşuma gitti benim. Kızdığı zaman bunu sanal yollarla bastırmaya çalışan bir şişe Passiflora değil, öfkesini paylaşan sahici bir insan istiyor yanında.
Kadın milletinden beklenen uyumlu, tatlı olması, ‘yangına körükle gitmemesi’, ‘beyini’ sakinleştirmesidir ya... Muhtemelen de o dışarıda bastırılan öfke sonunda gelir evde ikisinin arasında patlar. Elalemin adamıyla değil, bizzat kendi karısıyla kavga eder adam, sen sağ ben selamet.
Nitekim Okan Bayülgen de doğruluyor bu durumu. Diyor ki, “Aramızda kavga edeceğimize başkalarıyla kavga ediyoruz. Aramızda kavga edip, birbirimizi evin dışındaki insanlara karşı zayıflatmıyoruz.”

“Seveceğime,  onurlandıracağıma...”



Hayatı kolaylaştırmak
Ama söyleşinin asıl ‘öldürücü’ darbesi, son cümlede. Dört kez evlenmiş bir adama ‘evliliğin en önemli ilkesi’ soruluyor ve gerçekten şahane bir cevap geliyor. Yabancı filmlerde çiftlerin rahip karşısında verdiği sözü hatırlatıyor Okan Bayülgen. “Seni seveceğime, hayatını kolaylaştıracağıma ve onurlandıracağıma söz veriyorum.” Bu üç madde olmadan insanlar birlikte tatile bile çıkmamalı; diyor.
Binlerce kez duymuşum, düşünmemişim üstüne hiç. Sevmek tamam, hepimiz ‘kendimizce’ seviyoruz birlikte olduğumuz insanı. Ama diğer ikisi? ‘Hayatını kolaylaştırmak”? ‘Onurlandırmak?’
Bunların ikisinin de tam tersini yapıp durduğumuz için yürümüyor olmasın ilişkilerimiz? Birini severek adım attığımız birliktelik sonunda iki tarafa da mutluluktan ziyade eziyet vesilesi olan bir şeye dönüştüğü için? Karşımızdakini sürekli sabır testlerine tabi tuttuğumuz, oyunlarımızla, taktiklerimizle yorduğumuz, kaprislerimizle tükettiğimiz, hayatını kolaylaştırmak şöyle dursun, zorlaştırdığımız, onurlandırmayı bırak, ‘utandırdığımız’ için?


Olacağı buydu
Bravo, becerdik sonunda insanlara güvenip sularımıza sığınmış Badem’i de yaralamayı. Her okuduğum haberde aklım çıkıyordu biri bu hayvana bir şey yapacak diye. Ve oldu nihayet.
İki yıl önce Didim açıklarında bulunmuş bir Akdeniz foku yavrusuydu Badem. Beş aylık rehabilitasyon sürecinin ardından sulara salınmış ama karadan çok uzaklaşmayıp Palamutbükü civarında takılmaya devam etmişti. Geceleri de kıyıya ya da teknelere çıkıp uyumaya. İnsanları sevip onlarla oynamaya...
Sualtı Araştırmaları Derneği’nden yüzlerce kez açıklama yapıldı. “Ellemeden uzaktan sevin şu hayvanı, ısırabilir.” diye. Bu bir fok neticede, ev kedisi değil.

Badem neden gergin?
Hayır, öyle yapmadılar, kuyruğundan çeke çeke kıyıya çıkarmaya çalıştılar hayvanı beraber fotoğraf çektirmek için. Sonra “Vay efendim, Badem neden böyle gergin? Ne güzel oynuyorduk, neden ısırdı beni?” E ellemeyeceksin ısırılmak istemiyorsan, söylüyorlar sana bunu... Önce hayvanı delirtip sonra alınmanın alemi yok ki.
Birkaç aydır yoktu ortalarda Badem’cik. Geçenlerde gene pek sevdiği Palamutübükü’nde görülmüş. Ama bu kez ne karaya çıkmak, ne teknelere yanaşmak... İnsanlara uzak... Kafasında bir kesik, bir gözü kapalı...
Kim bilir hangi ‘oyun arkadaşı’ tarafından ne gibi bir sebeple vuruldu kafasına... Tebrik ediyorum gerçekten. Bir foku barındıramadık sularımızda. Ona da öğrettik başarıyla, insanlara güvenmemesi gerektiğini...