Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Sıkılıyorum, sıkılıyorsun, sıkılıyorlar



Tiyatro Festivali'nde 150'nci doğum yılını kutladığımız Çehov'un üç oyunu var. Bunlardan biri, Tiyatro Pera'nın 'Vanya Dayı'sı


Biletinizi kestirip doğrudan bir bahçeye giriyorsunuz. Loş ışıkta ağaçların yanından geçip yerinize oturuyorsunuz. Rusya'nın bir köyündeki çiftlik evi burası. İki mutsuz insanın, Vanya Dayı ile yeğeni Sonia'nın çekip çevirdiği çiftlik. Yıl 1904, ağustosun son günleri.
Bir süredir Sonia'nın babası profesör Serebriakof da genç ve güzel karısı Yelena ile birlikte gelip yerleşmiş 26 odalı çiftlik evine. Tekdüze akıp giden yaşam, yolundan sapmış onların gelişiyle. Yaşlı ve hastalıklı profesörün huysuzluğu bir yana, yaşamını hiçbir şey yapmadan, sıkılarak ve sızlanarak geçiren Yelena güzelliğiyle bir etki alanı yaratmış çevresinde. Önce Vanya Dayı'yı aşık etmiş kendisine, ardından Sonia'yı büyülemiş ve yaşamlarını gece gündüz çalışarak geçiren bu iki kader ortağı, işi gücü bırakıp onun yanında durmak ister olmuşlar.
Çiftlik evine 40 yılda bir gelip giden doktor Astrof da kendini adadığı işlerini boşlayıp orada yatıp kalkar olmuş. Onun da sebebi diğerleriyle aynı: Yelena'nın yanında olmak.
Neticede evde sıkıntı birinden diğerine bulaşarak büyürken, bir yandan da aşk üçgenleri - dörtgenleri, umutsuz hikayeler birbirini izliyor. Geçmişten kopamayan, gelecekten umutsuz bu bir grup insanın, geçiş dönemi Rusyası'nın sancılı insanlarının sıkışmışlıkları iyice gözler gönüne seriliyor. Hepsi hepsi iki gün içinde, sıkıntılı ağustos sıcağı yerini kuvvetli bir fırtınaya, içinde bir sürü yaralı ruhun toplandığı evdeki sessizlik de ürkütücü bir patlamaya bırakıyor. Ve eski denge kuruluyor yeniden... Ya da öyle görünüyor en azından.

Haberin Devamı

Daha genç bir oyuncu gerekirdi
Anton Çehov'un en ünlü oyunlarından biri 'Vanya Dayı'. 1899 yılında yazmış. 2010 Çehov'un 150'nci doğum yılı. Ve dünyanın dört bir yanında Çehov oyunları sahnelenmekte. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nde de üç Çehov oyunu var bu yüzden. Biri işte, Tiyatro Pera'nın Nesrin Kazankaya'nın rejisiyle sahnelediği 'Vanya Dayı'.
İnsanı daha ilk adımını attığı anda içine alan bir atmosferi var oyunun. Dekor tasarımı için Başak Özdoğan'ı tebrik etmek lazım. Ben tiyatronun kendi salonunda izledim, acaba haftaya oynayacakları Caddebostan Kültür Merkezi'nde de aynı etki yaratılabilecek mi, emin değilim.
Nesrin Kazankaya'nın 'Vanya Dayı'sı, başta Vanya'daki Levend Öktem ve Astrof'taki Selçuk Yöntem olmak üzere, başarılı oyunculuklarla desteklenen, Çehov'un 150'nci yaşına yakışır bir armağan olmuş. Diğer önemli rolleri de sayayım hemen. Yelena'yı Nesrin Kazankaya, Sonia'yı Linda Çandır, profesörü Can Kolukısa, Vanya'nın annesini Aysan Sümercan oynuyor.
Bu konudaki bir itirazımı da söylemeden edemeyeceğim. Çehov tarafından 27 yaşında olduğu belirtilen, iki saat boyunca da sürekli gençliğine vurgu yapılan Yelena rolünü Nesrin Kazankaya'nın oynaması, oyunun inandırıcılığını zedeliyor. Keşke yönetmen olarak bu rolde genç bir oyuncuya şans tanısaymış.
'Vanya Dayı', festival kapsamında salı günü Caddebostan Kültür Merkezi'nde sahnelenecek. Gelecek sezon da Tiyatro Pera'da devam edecek. Kesinlikle görmenizi öneririm.


Her şeyi 'remix'lemesek olmuyor mu?
Bir albüm gördüm geçen gün, üzerinde siyah beyaz bir Cem Karaca fotoğrafı olan şık bir kapağı var. 'Unutulmayanlar' yazıyor üzerinde, bir sevinç atladım. Ve hemen altında o yazıyı gördüm: "REMIX". "Project by Sinan Kayabaşı".
Tamam ben, halihazırda 'remix'sever biri değilim; belki tutucuyum, bir şarkıyı belli bir halde sevince üstüne kuş kondurulmasından hoşlanmıyorum. Ama yine bir takım şarkıların remix'lerinin yapılmasına, özellikle bu alandaki belli isimlerin yaptığı işlere saygıyla yaklaşıyorum. Üstelik bir kişi, diyelim Sezen Aksu, bir albümüne aynı şarkının birkaç remix'ini koyabilir, şarkı onundur, kime ne'dir.
Ama Cem Karaca artık aramızda değilken, bir itirazı varsa da söyleyemeyecekken, onun bestelerini, onun söylediği halleriyle alıp başka bir kılığa sokmanın kimsenin haddi olmadığını düşünüyorum. Amaç ne? Diskolarda 'Parka' ile tepinmeyeceğiz herhalde değil mi? Ya da 'Mutlaka Yavrum'un bu yazın patlayan şarkısı olması bekleniyor olamaz sanırım.
İlla ki Cem Karaca'yı 'genç kuşaklarla' buluşturmaksa maksat, - ki bu şarkıların sound'ları eski filan da değil gayet sağlam - derli toplu bir külliyata, ya da aceleye getirilmemiş bir 'tribute albümü'ne ne dersiniz?