Yıllardan sonra gene ÖSS benim için “Bir sınav daha böyle geçti, bilmem kaç bin genç ter döktü” haberlerinin ötesine geçti bu yıl. Neden? Çünkü o ‘bilmem kaç’ bin, net olmak gerekirse 1 milyon 530 bin gençten biri benim yeğenimdi ve ben de ‘anne yarısı’ olarak sabah 07.45 itibariyle olay mahallinde yerimi almıştım.
Gültepe’deki okulun açılışını iki pimpirikli ÖSS velisi olarak biz yaptık, sonra ‘kurbanlık’ arkadaşlar birer ikişer döküldüler. Omuzlar düşük, yüzler bıkkın... Hayatın bütün yükü sırtlarına binmiş gibi, ki haksız da değiller hani...
Sınav fena bir şeydir, hele hele böylesi ‘hayati’ anlam yüklenmişi... Aylarca çalışırsınız, her şey o iki üç saate bağlıdır. Uykunuzu alamasanız, başınız ağrısa, içiniz daralsa bitti işte... Koskoca (şan şöhret ve güç bakımından) Napoleon’un bile düşman kuvvetlerinden çok sınavdan korktuğu söylenir işte daha ne olsun?
‘Öteki’ taraf
Yurdum çocukları için hayatlarının en şahane yıllarına ambargo koyan, en ‘gençlik başımda duman’ günlerini, coşkularını, aşklarını ertelemelerini isteyen bir kara yazgıdır ÖSS. “Şu sınav bir geçsin de”ye endekslenir her şey... Sınav geçer, ama nasıl geçer...
Benim için mide krampları, şıpır şıpır terleyen avuçlar demekti sınav, çok yıl geçmiş, unutmamışım. Soru kitapçıklarının dağıtıldığı an daha dün gibi. Ama ‘öteki’ tarafa ilk kez geçiyorum. Çocuklarını öpüp koklayıp sınıflara uğurlayan, üç buçuk saati üç buçuk yıl gibi volta atarak geçiren anne babaların safındayım bugün...
Burası da pek eğlenceli değilmiş. Bir kere çok sıkıcı olduğunu bile bile sorup duruyorsun; “Yeterince kalemin var mı çocuğum, bir tane daha koy allasen... Şeker? Aaa yetmez o. Bak elmalı çileklisi var burada... Hatırım için... Selpak aldın mı? Pamuk? Kalemtraş? Silgi?” Ve bu konuşmalar çocukların salona alınacağı ana dek periyodik olarak tekrarlanıyor. Bir daha bir daha kontrol ediliyor o şeffaf dosyaların içindeki sınav ıvır zıvırı.
Fur Elise
Sonra Beethoven’in Türkiye’nin resmi zil sesi olacağını bilse belki de bestelemekten vazgeçeceği “Fur Elise” eşliğinde başlıyor sınav. İçeride muhtemelen uçup giden zamanı biz nasıl geçireceğimizi bilemiyoruz. Bahçeden ayrılmak da gelmiyor içimizden, “Belki biz buradan ona pozitif enerji gönderiyoruzdur” noktasına kadar vardırıyoruz işi...
Devamlı gözler saatlerde, “30 dakika geçti bile, şimdi Türkçe’yi bitiriyordur”... Sessizlik sonra... Can sıkıntısı... Konuşsan başka sohbet konun yok, gazete okusan dikkatini toplayamıyorsun. Bir tek “ÖSS en çok anneleri yıpratıyor” haberi kalıyor akılda...
Daha bir saat dolmuşken birtakım bezgin suratlı sınavzedeler terk etmeye başlıyorlar okulu... Biz endişelenmeye yer arıyoruz... “Neden erken çıktı acaba? Çok mu zordu sorular?” Bir çocukcağız basbayağı basın açıklaması yapmak durumunda kalıyor meraklı ana babalara... “Türkçe bana zor geldi, fene hiç dokunmadım, ben sosyoloji istiyorum zira...” şeklinde. Her bilgi kırıntısı altın değerinde. Sürekli bir “Neler oluyor içeride allahım?” durumu...
Yağmur yağıyor...
Sonunda hayatımızın en mutluluk verici “Fur Elise”ini duyuyoruz. Üç buçuk saatliğine bir ‘bilinmeze’ yolladığımız çocuklarımızı gene dünya gözüyle görüyoruz çok şükür. İnanılır gibi değil ama onlar zincirlerinden kurtularak kapıdan çıkarken aynı anda müthiş bir yağmur patlıyor. “Çocukların gerginliği havaya da elektrik yükledi herhalde” diyoruz. Onlar kurtuldu, hava da rahatladı...
Göksel’in sesi çınlamaya başlıyor kulağımda, “Yağmur yağıyor şakır şakır, yarabbi şükür şükür...”
‘Sorunsuz’ bir sınavı geride bıraktığımızı söylüyor ÖSYM başkanı. Geçti, bitti. Çocukların omuzları hâlâ düşük, yüzleri hâlâ bıkkın...