Irkçılık, faşizm, ayrımcılık bir yatak buldu mu nasıl akıyor, nasıl coştukça coşuyor, insanı kendi kendini tanıyamaz hallere getiriyor, yaşadığımız dünyaya bakıp da hâlâ göremiyorsanız, Dot’un yeni oyunu ‘Öksüzler’i öneriyorum, kaçamayacağınız şekilde gözünüze sokuyor tehlikeyi
Aydınlık, huzurlu bir ev, şık bir sofra, daha da şık iki insan. Belli ki bir şey kutlamakta olan genç bir karı-koca bunlar, adlarını az sonra öğreneceğiz: Danny ve Helen. Birden kapı açılıyor ve adeta bomba düşüyor salonun ortasına. Helen’ın erkek kardeşi Liam giriyor içeri, üstü başı kan içinde. Yarım yamalak bir şeyler geveliyor.
Tenha bir sokakta bir çocuğa rastlamış, çocuk dövülmüşmüş, belki de bıçaklanmışmış, kesin olan şu ki çok kan kaybediyormuş. “Ben sadece onu kucakladım” diyor, “Sonra zaten kalktı koşarak uzaklaştı”.
Karı-koca dehşet içinde Liam’ı sorgulamaya başlıyor. Her bir bilgi diğeriyle çelişiyor. Zaten anlıyoruz ki Liam pek de tekin bir delikanlı değil. Ama işte anne babalarını küçük yaşta kaybettikleri için ablasının ‘tek ailesi’. Ve ‘aile’ ne pahasına olursa olsun korunmalıdır.
Onlar ırkçı mı?
Orada yaralı bir çocuk yatarken, belki de can çekişirken ne yapacakları üzerinde bir türlü uzlaşamıyorlar: Polisi aramalı mı? Ama ya Liam’dan şüphelenirlerse? İyi de bunun için orada biri ölüme terk edilir mi? Tamam da, o tanımadıkları biri, bir başkası, neticede, bir yabancı. Belki de bir serseri, ne malum? Tanımadıkları birine karşı Helen’ın kardeşi. Danny son ‘makul’ sorularından birini soruyor bu noktada: “Dünya böyle bir yer mi oldu? Tanıdıklarımız ve tanımadıklarımız mı var?”
Derken o biri-kim bilir belki de Liam’ın ta kendisi-tarafından işkence edilmiş insanın bir Doğulu olduğunun anlaşılmasıyla işler iyice çığrından çıkıyor. Onlar ırkçı mı? Hayır, değiller. Ama neticede bu bir Doğulu, kesin karanlık bir işlere bulaşmıştır, hatta muhtemelen geçen gün Danny’ye saldıranlardan biridir. Değilse de fırsat bulsa saldıracaktır!! Sadece tanımadıkları biri değil, bir de Doğulu. Değer mi kendini tehlikeye atmaya?
Irkçılık, faşizm, ayrımcılık bir yatak buldu mu nasıl akıyor, nasıl coştukça coşuyor, insanı kendi kendini tanıyamaz hallere getiriyor, yaşadığımız dünyaya bakıp da hâlâ göremiyorsanız, Dot’un yeni oyunu ‘Öksüzler’i öneriyorum, kaçamayacağınız şekilde gözünüze sokuyor tehlikeyi.
Değişim yaşayan iki karakter
Duru Tiyatro’daki şahane ‘Sondan Sonra’nın yazarı Dennis Kelly’nin 2009 tarihli oyunu ‘Öksüzler’i, Dot’un demirbaşlarından Tuğrul Tülek sahneye koymuş. Tıpkı yazarının istediği gibi hiç düşmeyen bir tansiyonu, tabii ki birbirinden iyi oyuncularının yardımıyla başarıyla sağlamış. Danny’deki İbrahim Selim de, Helen’daki Gizem Erdem de Dot izleyicilerinin gözünde çoktan rüştünü ispatlamış oyuncular. Ve bu oyunda, hakikaten bir saat 15 dakika boyunca müthiş değişimler yaşayan iki karakteri nefes kesecek şekilde oynuyorlar. Peki, Ushan Çakır’ın son yaşadığı olaylardan sonra oyundan ayrılmasıyla üç hafta içinde Liam’a hazırlanan Yusuf Akgün’e ne demeli? Bir ekip oyunculuğu nasıl olur, nasıl herkes bir dişlinin çarkları gibi yerli yerine oturur, örneğini ‘Öksüzler’de görebilirsiniz.
‘Öteki’lerin diyarı
Oyundan çıkıyoruz, memleketin dört bir yanından kötü haberler. Van’daki deprem kadar iç yakıcı olan, deprem haberlerinin altına yazılan “Oh oldu” yorumları. Çünkü orası ‘öteki’lerin diyarı. Ve birileri, sizin bizim gibi o insanların acılarını görecek gözleri, hissetmeye yaraması beklenen yürekleri olan birileri, bilgisayar başına geçip, birileri enkaz altında kaldığı için sevindiklerini yazıyorlar. “Mevlam nereyi vuracağını biliyor” diyor, kuruyemişçi. Hiç sıkılmadan, yüzü kızarmadan.
Aynı anda Twitter’da okuyorum, “Taksim’de Kürtçe konuşan iki kişiye saldırdılar, onlar da Divan Oteli’ne sığındı. 100 kişi ‘Onları bize verin’ diye kapıya yükleniyor.”
“Nereye gidiyoruz?” diye sormak için bile çok geç, nereye geldik?
Bu sıralar ne yapın edin, ‘Öksüzler’i görün. Tehlikenin farkına varmak, içinizdeki-içimizdeki faşistle yüzleşmek, onu yenmek için. Daha da geç olmadan.