“Bana kendinle ilgili bir şey söyle”
“Söyleyecek bir şey yok ki”
Sürekli gençliğin kutsandığı bir dünyada ‘yaş almak’ insanı düşündürüyor zaman zaman. Mesela her doğum gününde ve yılbaşında. Gençlik ne kadar kıymetli olabilir? Eninde sonunda geçecektir bir, giderken muhtemelen beraberinde cehaletten gelen bir sürü sıkıntıyı, ‘olmamışlığı’, çiğliği götürüp paha biçilmez bir yaşam bilgisi bırakacaktır, iki. Tabii değerli zamanınızı ‘geçici’ olanı besleyip korumaya adamadıysanız.
Yazının başındaki diyalog, 'Aşkım' (Cheri) filminden. Christopher Hampton, Colette’in unutulmaz romanını beyazperdeye uyarlamış, Stephen Frears çekmiş. Çok sevdiğim romanlar gibi bu da filme aktarılınca eksilmiş bence ama gene de şarap kıvamında bir Michelle Pfeiffer’ı Lea olarak izlemek hoş. Romanı okumamış, filmi görmemiş, konuya vakıf olmayanlar için özetleyelim: 'Cheri' tek cümleyle dört bir yanı kadınlarla çevrili olarak büyümüş bir delikanlı ile ondan 24 yaş büyük Lea’nın ilişkisini anlatıyor.
Hayat bilgisi bakımından son derece zengin bir kadın olan Lea, “Bana kendinle ilgili bir şey söyle” dediğinde söyleyecek şey bulamayan bu toy delikanlıyı elleriyle büyütüp hoş bir genç adama dönüştürerek karısı olacak genç kızın kollarına teslim ediyor. Salt ‘gençlik’ böyle bir kadının rahlei tedrisinden geçmiş bir adamı kesmeyecek olsa da toplumsal kurallar bunu gerektiriyor. Lea’ya düşen de bağrına taş basıp onu ‘gençliğe’ doğru itmek oluyor.