Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Uzaklarda arama, teselli içinde



Amerikalı yazar Elizabeth Gilbert’ın efsane kitabı ‘Ye, Dua Et, Sev’in filmi bugün sinemalarda. ‘Mutluluk senin içinde’ temalı bir film. Mekanlar çok güzel, hele İtalya ve Bali’de içiniz açılıyor


Ne kitabın bu kadar çok satmasında şaşılacak bir şey var, ne filmin bunca ses getirmesinde. Bugünün büyük şehirde sıkışmış, bunalmış, gürültüden kendi sesini duyamaz olmuş insanına bir düş sunuyor, ‘Ye, Dua Et, Sev’. “Formül öneriyor” demek isterdim, ama ne yazık ki pek çok kişi için erişilmesi imkansız bir hayal, bir masal, anlatılan.
Amerikalı yazar Elizabeth Gilbert’ın artık bir efsaneye dönüşen yarı otobiyografik romanından sinemaya aktarıldı film. (Bu arada, kitabın ‘efsaneleşme’ süreciyle ilgili çok ilginç bilgilerle dolu bir dosyasını Milliyet Sanat’ın bu ayki sayısında bulabilirsiniz)
Mesele şu, Elizabeth 35 yaşlarında, tam istediği gibi kurduğu bir evliliği, güzel bir evi, prezantabl kocası olan bir kadın. Gelgelelim bir gece yatakta gözünü açıyor ve istediği hayatın bu olmadığına karar veriyor. “Artık evli olmak istemiyorum” diyor yüksek sesle. Bizde anneler, teyzeler “Rahat battı” derler, tam o durum.
Sonrası işte o kibar kocanın terk edilmenin acısıyla canavara dönüşmesi, onu bırakmak isteyen karısını soyup soğana çevirmesi gibi ‘bildik’ bir süreç. Boşanma travmasını 35 yaş krizine denk getiren Elizabeth ise genç ve yakışıklı bir oyuncunun kollarına atılıyor kendini tez zamanda. Ama işte ne görüyor: Kendisini hangi ilişkiye ‘kendisinden vazgeçercesine’ adarsa, sonuç aynı, hüsran.
Ve teselliyi başka kollarda değil kendi içinde araması gerektiğine uyanıp yollara düşüyor. Çünkü niye? Kendimizi de en iyi seyahatte tanırız diye sanırım. Yayıncısına bir yıl sonra bir kitapla döneceğini söylemeyi ihmal etmiyor tabii.

Haberin Devamı

Ruhunu terbiye ediyor
İlk durak İtalya, burada dil öğreniyor ve de yemeyi içmeyi, hayatın tadını çıkarmayı. Anahtar cümle: ‘Hiçbir şey yapmamanın güzelliği’. Amerikalıların görev insanı olduklarını söyleyip kendisiyle dalga geçen İtalyanlarla birkaç ay yaşadıktan sonra Hindistan’a geçen Elizabeth, bu sefer ruhunu terbiye etme sürecine giriyor. Tapınağın yerlerini silerek, efendim günde bilmem kaç saat meditasyon yaparak geçen zamanın sonunda ‘kendisini affetmeyi’ öğreniyor.
Ve son durağı Endonezya, yeniden sevgiyi bulduğu ülke. Karşısına çıkan, onun kadar yaralı Felipe’yle korkmamayı, kalbini açmayı öğreniyor biraz zor olsa da. Önce kendi önceliklerinden bir kez daha feragat ederse, yani ‘yakayı kaptırırsa’ dengesinin bozulacağından korkarak kaçmayı deniyor, ama sonunda teslim oluyor. Çünkü ‘Aşk uğruna dengesizlik de güzeldir!’ bazen.
Böyle ‘mutluluk senin içinde’ temalı bir film, ‘Ye, Dua Et, Sev’. Mekanlar çok güzel, hele İtalya ve Bali’de içiniz açılıyor. Julia Roberts’ın kocaman gülümsemesi de hâlâ yerli yerinde. Felipe’yi de Javier Bardem oynuyor, bunlar artılar. Bir de Elizabeth Gilbert’ın esprili üslubu.
Çok şey beklemeden, Hindistan’da ara sıra içiniz geçse de genel olarak neşeli geçecek bir 130 dakika işte, vaat edilen bu.


OLACAKMIŞ OLAMAMIŞ...
Mehmet Aslantuğ’un uzun zamandır çekildiğini duyduğumuz ‘Aşkın İkinci Yarısı’ adlı filmi gösterime girdi. Yazmış, yönetmiş, karısı Arzum Onan’la oynamış da.
Bodrum, New York ve New Jersey’de çekilmiş, belli ki ciddi bir emek ve para harcanmış bir yapım. Ama ne yazık ki derin bir ‘Olacakmış, olamamış’ duygusuyla çıkıyor insan.
Kırık bir aşk hikayesi, anlatılan. Amerika’da yeni bir hayat kurmaya karar veren Zuhal, küçük kızını alıp kendisini hamileyken terk eden eski kocası Arif’i görmeye, Bodrum’a gidiyor. Niyeti, varlığından bile haberdar olmadığı kızını ona emanet etmek. Arif, bir dönem hapiste yatmış, münzevi, alkolik bir adam.
Ama işte filmin sloganı ne diyor? ‘Gerçekten sevmiş bir kadın, kalbini mühürlemiştir!’ Zuhal de öyle yapmış, bu ‘hayırsız’ sevgiliyi unutmamış.
Gerisini, filmin tadını kaçırmamak için anlatmayayım. Sadece senaryo, hele hele diyalog yazmanın o kadar kolay bir iş olmadığını, bazen her şeyi birden üstlenmenin, işin başarılı yanlarına da zarar verdiğini söyleyerek kenara çekileyim. Bir de Ortakent’in, özellikle filmin yarısının geçtiği Palavra Restoran’ın bir cennet olduğunu hatırlatayım. Yolu düşen kaçırmasın, yaz kış açık.