Kendine özgü bir tarzı olduğunu düşündüğüm, şarkı sözlerini özel, kendisini hoş ve farklı bulduğum Nil Karaibrahimgil’in ilk Neşet Ertaş gafını içime sindirmeyi becermiştim.
Tamam, Nil Karaibrahimgil Neşet Ertaş’ı tanımıyordu ve Kral FM’de kendisine sorulan “Neşet Ertaş dinler misiniz?” sorusuna karşılık “O kim?” deyivermişti. Bu topraklarda müzikle uğraşan biri için büyük ayıptı olabilirdi, insan bilmeyebilirdi, boş bulunurdu...
Neşer Ertaş’ın da durumu hiç dert edindiğini sanmıyorum, olanca kalenderliğiyle “Gönüller hoş olsun, gözlerinden öpüyorum kızımızın” demiş idi.
İdil Biret “Leonard Cohen’i ilk kez duyuyorum” dediğinde yer yerinden oynuyor muydu hem? Yoo... Klasik müzik tüm türlerin tanrısı mıydı ki, Olimpos’tan bakılarak söylenen her şey mübah sayılıyordu? Bilmemek değil öğrenmemek ayıptı...
“Sayemde tanındı”
Olaya bu hoşgörü yumağı içinden bakmaya çalışırken bir de gördük ki Nil Karaibrahimgil gafının arkasında aslanlar gibi duruyor. Aradan aylar geçmişken Ali Atıf Bir’in programına çıkıp “Ne var bunda, Neşet Ertaş beni tanıyor mu acaba? Ki kimse kimseyi tanımak zorunda değil!” diyebiliyor...
Çok inanasım gelmiyor ama habere göre “Ama olay nedeniyle sayemde Neşet Ertaş tanındı. Genç nesilden onu tanımayanlar vardı...” da diyor. Ve artık insanın dudağı uçukluyor.
Doğrudur, bir “Türküm, cahilim, gururluyum” nesli yetişti - yetişiyor. Bilmemek de, öğrenmemek de ayıp sayılmıyor artık. Ama ola ki içlerinde hâlâ öğrenmek isteyenler vardır diyerek Neşet Ertaş ile ilgili birkaç not düşmek istiyorum bugün.
Kimdir Neşet Ertaş?Neşet Ertaş, Kaygusuz Abdal’ın, Pir Sultan’ın sekizinci kuşak torunu, bozlak geleneğinin en önemli temsilcilerinden Muharrem Ertaş’ın oğlu. 1938’de Kırşehir’in Kırtıllar köyünde doğuyor, çocukluğu ve gençliği babasıyla birlikte köş köy gezip düğünlerde çalarak geçiyor. “Yeni bitirmiştim üç ile dördü / Baban gibi sazcı oldun dediler” diye anlatıyor durumu.
Sonra sazını alıp Ankara yollarına düşüyor, pavyonlarda, gazinolarda çalıyor, 1976’da ise bir rahatsızlık nedeniyle Almanya’ya gidiyor ve gurbetçi olup kalıyor.
Eserlerinde Garip mahlasını kullanıyor, besteleri, şiirleri dilden dile dolaşıyor, 200’ün üzerinde plak yapıyor ki bu çalıp söylediklerinin yüzde 30’u bile değil. Kalan Müzik olaya el koyup 12 CD’lik bir dizi hazırlayana kadar 21 korsan kasedi yayınlanıyor memlekette. TRT’ye belgeseli hazırlanıyor, iki de kitap yazılıyor hakkında.
“Zülüf Dökülmüş Yüze”, “Neredesin Sen”, “Zahidem”, “Çiçekler Ekiliyor”, “Gönül Dağı”, “Dane Dane Benleri Var”... O kadar çok türküsü dolaşıyor ki ortalıkta ve o kadar farklı türlerden isimlerce seslendiriliyor ki bunlar, Oğuz Aral “Belki de bizim ilk pop müzikçimiz Neşet Ertaş’tır” diyor günün birinde.
Bu son detayı söz konusu ‘genç nesil’ için vermek istedim. Bir de “Neredesin Firuze”de Özcan Deniz’in söylediği “Evvelim sen oldun / Ahirim sensin”in de Neşet Ertaş’ın olduğunu ekleyeyim, belki daha ciddiye alırlar...
Ve belki gidip bir Neşet Ertaş CD’si alırlar bugün... Görürler ki ondan dinlememişsen bir Neşet Baba türküsünü, dinlemiş sayılmazsın... Ve bu hem ayıptır, hem de büyük kayıp...