Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Açılış gecesini üstlenen Mete Horozoğlu’nun dediği gibi, bütün soğuğa ve bir ara “bitmeyecek herhalde” hissi vermesine rağmen, kaçırılmayacak bir şanstı, bütün yıldızları görmek...

Yeşilçam filmleriyle büyümüş bir çocuk için ideal bir gece... Çocukluğumuzda kimi izleyip bayıldıysak hepsi burada... Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin 50. Yılı için düzenlenen özel gecede... Onur ödülü almak üzere sahneye çıkan Suna Selen’in cadı olduğu Pamuk Prenses mesela, pek öyle masaldır, çizgi filmdir, olmayan bir dönem için o cadının kayalıklardan düşüş sahnesiyle hâlâ aklımda...
Ya da aşık olunacak adamın mutlaka beyaz üniformalı bir bahriyeli olması gerektiğini kafamıza kazıyan, sayesinde verem olmadan sevdiğimizi anlayamaz olduğumuz Ediz Hun... Sonra birdenbire çıkagelip “Sevgi emekti” diye bir şeyle bizi tanıştıran Ahmet Mekin... Ve tabii ki her dönemin sultanı Türkan Şoray... Ya da Belgin Doruk’la unutulmaz bir ikili olan “altın çocuk” Göksel Arsoy... Yıllarla yaptığı barış anlaşmasının koşullarını şiddetle merak ettiğim Fatma Girik, zira belli ki hiçbir müdahale yok yüzünde ve sanırım eskisinden daha güzel.
Böyle tek tek saymanın sonu gelmez, gecenin sunuculuğunu üstlenen Mete Horozoğlu’nun dediği gibi, bütün soğuğa ve bir ara “bitmeyecek herhalde” hissi vermesine rağmen, kaçırılmayacak bir şanstı, bütün bu yıldızları bir arada görmek...
Evet, biz hâlâ tören düzenleme konusunda sınıf geçmekten çok uzak bir milletiz, ama Altın Portakal’ın bu törenini, en azından duygusuyla ayrı bir yere koymak lazım. Hakikaten naif, sıcak bir törendi. Nebil Özgentürk’ün henüz tamamını izleyemediğimiz 50. yıl belgeselinden kesitlerle (Bu arada buraya hemen bir not düşmek isterim, evet, aradan geçen yıllarda herkesin yaş aldığı malum ama Tarık Akan’ın saçları bembeyaz olmuştu, Melike Demirağ’ın yüzü çizgilerle doluydu bölümünde yanımdaki arkadaşımla birbirimize bakıp, “Bu denir mi insanın yüzüne canım?” dedik...), anılarla, yarı gözyaşı, yarı kahkahayla, klişelerle, ama sevdiğimiz klişelerle dolu bir geceydi işte... Tıpkı Yeşilçam’ın kendisi gibi...

Haberin Devamı

Yeşilçam gibi bir gece

Yağmura rağmen değil yağmurla beraber

Haberin Devamı

Cuma geceki Şebnem Ferah konseri benim için de, herhalde katılan hemen herkes için de unutulmaz bir gece oldu. Açıkhava Tiyatrosu ekimin başındaki bu beklenmedik soğukta dolar mı diye düşündük, taştı bile... Şebnem Ferah’ın “Od” albümünün geç kalmış lansman konseri gibiydi bu bir yandan. Ama çok hoş bir şey yaptı, son albümden dört parçayla açtığı konserini tüm zamanlarından sevdiğimiz şarkılarla sürdürdü. “Bin Yıldır”ı ALEV Okuları çocuk korosuyla birlikte söylemek de harika bir fikirdi.
Şebnem Ferah son albümündeki şarkılarında daha çok doğanın bir parçası olarak anlatıyor insanı, o yüzden “Beni sevmezsen yağmurları sev, bulutlar ağlasın, sen gül, güneş doğsun yeniden” sözleri dev bir Açıkhava korosu eşliğinde söylenirken yağan yağmur da o gecenin bir sürpriziydi. Şebnem Ferah da “Şeboooo” çığlıklarından fırsat bulup konuşabilseydi, bunun en özel konserlerinden biri olduğunu söyleyecekti. Ama işte öyle bir geceydi ki, konuşmadan da anladı herkes birbirini... Konserin açılışındaki “Birileri var” şarkısında olduğu gibi... Yağmura rağmen değil, yağmurla beraber...