Marsilya’da geçen gerçek bir olaydan ilham alan ‘Ölümsüz’ü izlerken, kalbiniz kaç kişiyi öldürürse öldürsün Jean Reno’da kalıyor
Çok ama çok klişe bir konuyla karşı karşıyayız: Adamımız alemin en anlı şanlı ‘baba’sıdır. Fakat günün birinde aşık olduğu kadın ve çocukları için ‘sıradan’ bir yaşamı seçer. Bırakır karanlık dünyayı, kalan ömrünü ailesine vakfeder. Gelin görün ki, ‘bırakmazlar’. O iyi olmaya çalıştıkça ‘kötü’ adamlar üstüne gelir, canına kastederler, sonunda mecbur kalır tövbe ettiği silahını yeniden eline almaya.
Bir Yılmaz Güney filminden söz etmiyorum, bu hafta gösterime giren ‘Ölümsüz’e ait sözünü ettiğim hikaye. Marsilya’da geçen gerçek bir olaydan ilham alan filmi yazan ve çeken Richard Berry, kadınlarla çocuklara el kaldırmayan iyi huylu mafya babası rolünde Jean Reno var.
‘Ölümsüz’, bir intikam hikayesi anlatıyor aslında. Filmin başında küçük oğluyla sakin bir araba yolculuğunda Tosca’dan aryalar söylerken izlediğimiz Charly, vücuduna 22 kurşun sıkılarak öldü diye terk ediliyor. Ama adı üstünde, ölmüyor ve kendisini vurduranın, daha yeniyetme bir oğlan çocuğuyken ömür boyu dostluk andı içtiği Tony Zacchia olduğunu öğreniyor.
Ve bu kez intikam yemini edip davranıyor silahına. Ama ‘mert’ bir adam olduğu için aynı zamanda, hasımlarının karşısına geçip “Ben hepinizi öldüreceğim, söylemedi demeyin” minvalinde bir konuşma yapıyor. Sonra da biz o kötü adamların bir bir temizlenişini izliyoruz.
Kalbimiz de hep motosikletle uçar gibi giden, deniz kenarında mangalda pişirdiği balığı sokak kedisiyle paylaşan, opera düşkünü karizmatik mafya babasının yanında yer alıyor.
Çok diyecek bir şey yok. Şiddet ve kan bakımından cömert bir film, çok çarpıcı sahneleri var. Jean Reno da her zamanki gibi çok etkileyici. Ama onun karizmasına fazla kapılmayıp filmden “Şimdi böyle şövalye ruhlu gibi görünen bu adamın elleri benim inandığım kadar temiz mi?” diye sorarak çıkmakta fayda var...
Gümüşlük Cumhuriyeti yolcularına tüyolar
Gümüşlük’te gün batımı
Limon, şahane manzarasıyla yetinmeyip sürekli yeni hoşluklar yapan, yemekleri de çok lezzetli bir yer. Muhakkak yer ayırtın, bütün Bodrum Limon’a akın ediyor güneşin batma saatinde zira.
Buna karşılık yerinin güzelliği ve eski günlerinin şöhretiyle yetinmeyi tercih eden yer ise Club Gümüşlük. Sahilin en ağaçlıklı yerine kurulu kulüpte konaklayabiliyor, denize girebiliyor, kahvaltı saatinden sabahın erken saatlerine kadar yiyip içebiliyorsunuz teorik olarak. Ama işletmenin bar, plaj ve lokanta olarak bölünmesi sonucu hizmette tam bir kaos yaşanıyor. Masaya istediğiniz şey misal, bardan geldiyse hesap zamanı ortalık birbirine giriyor, siz garsonlara sorduğunuz soruya “Hiçbir fikrim yok” gibi cevaplar alabiliyorsunuz.
Sanatı da unutmayalım
Gümüşlük’e temmuz - ağustos aylarında gitmişseniz mutlaka yapmanız gereken bir başka şey de Eklisia’da bir klasik müzik konseri izlemek. Burası büyüleyici bir şapel ve yedi yıldır Gümüşlük Klasik Müzik Festivali’nin adresi. Gündüzleri de piyano, keman, flüt, çello ‘ustalık sınıfları’na ev sahipliği yapan bir yaz okulu. Eren Levendoğlu’nun sanat yönetmenliğinde ve Gülsin Onay’ın danışmanlığında düzenlenen festival, bu yıl 8 Eylül’e kadar devam ediyor. Oradan yükselen piyano, keman, flüt seslerini de Gümüşlük’ün çeşitli yerlerinden duyabilirsiniz. Rüya gibi gelecek, değil, gidin ve inanılmaz bir özveriyle bu işi kotaranların mucizesini yakından görün...