Kumbaracı50’de başka bir hal var bugün... Gökkuşağının tüm renkleri toplanmış sanki. Merdivenlere serili rengarenk bayraktan başlayarak, Umut’un janjanlı soyunma odasına kadar her şey peri tozuna bulanmış gibi.
Umut kim? Bizi bugün, kendi mahrem dünyasına davet edecek olan ‘abla’... Yok abla değil ‘şey’... Üst kattaki ‘abi’ yok mu, o işte... Bu ‘tanımlama sorunu’, transseksüel Umut’un yaşadığı apartmanın kapıcısına ait. Ne desin bilemiyor, abla mı, abi mi, ‘şey’ geliyor en kolayına... Onun oğlu da “Abla seni kim yarattı?” diye sorabiliyor hal böyle olunca. “Anne yok, baban yok, kadın değilsin, kocan yok... Erkek değilsin, karın yok.” Böyle anlatıyor Umut büyük yalnızlığını...
Asker babanın oğlu, annesinin tek ‘umudu’ Umut’un bir erkek bedeninde başlayıp o bedene ve doğup büyüdüğü şehre sığamadığı için kaçıp gittiği İstanbul’da kadın olarak devam eden hikâyesini Ebru Nihan Celkan yazmış, Sumru Yavrucuk sahneye koymuş ve oynuyor. Çok şey söyleyebilirim oyun hakkında. Diyebilirim ki “Ön yargılarınızdan utanacaksınız”... ya da “İkiyüzlülüğünüzle yüzleşeceksiniz”... Daha ağır pek çok şey... Bir karabasan çünkü, bir transseksüelin hayatı, aslında. Yanlış bedende doğma duygusuyla başlayıp kendinizi bulurken her şeyinizi kaybettiğiniz; annenizi, babanızı, kardeşlerinizi, bir ‘yuva kurma’ ihtimalini... Başka bir işte çalışamayıp seks işçiliğine mahkum olduğunuz ve her gece bir köşede öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunuz bir hayat. Değil yaşaması, dinlemesi bile kolay değil... Ama sokakta gördüğünde uzaylıymış gibi bakıp geçmesi kolay. Hatta Umut’un dediği gibi “Öldürmesi de kolay, ceza bile yatmıyorsun.”
Umut’u seveceksiniz
Ama benim bu oyuna dair diyeceğim tek cümle: Umut’u seveceksiniz. Tam Sumru Yavrucuk’un istediği gibi.’Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi’yi yaparken buna niyet etmiş çünkü. İnsanlar bir saat Umut’la beraber gülsünler, eğlensinler, onun tabiriyle ‘gullüm yapsınlar’ ve çıkarken onlar için bir şeyler değişmiş olsun artık. Umut’u sevsinler.
Açık sözlü, dürüst, yalın bir metin, Ebru Nihan Celkan’ınki. Dolandırmıyor lafı. Gereksiz duygusallıklara sapmıyor. Hikâyenin kendisi en saf haliyle bu kadar etkileyici olunca, üstüne yapılacak her ekleme fazla kalırdı zaten. Yıllardır birbirinden iyi performanslarını izlediğimiz Sumru Yavrucuk, bütün yüreğini koymuş bu işe. Fiziksel olarak da takma dişinden sarı peruğuna, ses tonundan yürüyüşüne kadar tepeden tırnağa değişmiş, Umut olmuş, onun o neşeden hüzne savrulan ruh halini de giyinmiş. Kahkahalar içinde matrak bir hikâye anlatırken gözünün bir ucunda görünen hüzün insanın içine işliyor. Bir yandan kıkırdarken gözünüz hep dolu izliyorsunuz oyunu ve finalde söylediği ‘My Way’ şarkısına genel bir burun silme sesi eşlik ediyor. Çıkarken de garip bir iyi hissetme hali geliyor... Bu hikâye anlatıldı, anlaşıldı, birilerine ulaştı diye.
Nitekim ilk gün, iki transseksüel gelip izlemiş oyunu. Çıkışta Sumru Yavrucuk’a “Yüreğimde evlat acısı gibi bir acı vardı” demiş biri, “Onu hafiflettin.” Yavrucuk da “Bunu duydum ya” dedi, “Her şeye bedel. Başka hiçbir şeye gerek yok.”
Bir oyundan daha fazla ne beklenebilir ki?