03.12.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:
nornek@milliyet.com.tr Başta bir tek onun için izliyordum diziyi; ya çocuk zaten o mimikleri, tripleriyle dünya tatlısı, bir de ona bir diyaloglar, bir espriler yazılıyor ki... Yazan da "Sınav" filminin senaristi Yiğit Güralp; ÖSS/üniversite dönemi gençlerinin kahramanı olmalı kanımca... Başka kaç kişiyi seversen sev Bir sevda yalnız iki kişilikHele baş başa bi akşamda Masalar hep iki kişilikPeki sen kimsin dediler bana Dedim üçüncü tekil kişilikPeki dostluk var mı dünyada Dedim dünya iki kişilikÇocuktuk çoktuk oysa Çok üzgünüm şimdilikSözlerini yazıyor mesela, dizide çok yakın dostken "bir çift ile bir arkadaşa" bölünüveren üç genç için.Davetiyeler, odalar Ve localar iki kişilikYa tek gidersin bi koltukta Ya biletler; iki kişilikYa tek kişiliktir bi yatak Ya yalnız yatılmaz; iki kişilikYa tek taraflıdır bi aşk O da severse; iki kişilikDiye de devam ediyor sözler dizinin tanıtımında....Dizide "üçüncü tekil kişilik" olarak dışarıda kalan arkadaş "Nescafe bile üçü bir arada bir ben yalnızım" nameleri okuyadururken, kardeşim zorla bir şarkı dayıyor kulaklığıma "Kavak Yelleri"nin müziklerini yapan Pinhani'den: "Ben nası büyük adam olucam?" "Hah" diyorum "Soruya bak". "Üç yaş büyüğüz diye herbir şeyi bana soruyor, ne bileyim sen nasıl büyük adam olucan, daha kendi meselemi halledememişim ben."Oysa bu şarkı, belki "Gözyaşlarımız Bitti mi Sandın?"ı söylerler diye her yaz MFÖ konserine giden, Bülent Ortaçgil'in "Sensiz Olmaz"ına -hele de Levent Yüksel'den olursa- bayılan, Travis albümlerinden asla vazgeçmeyen benim gibiler için bir maden...Kuzeni Zeynep Eylül Üçer ile 3 sene önce Pinhani'yi kuran 28 yaşındaki Sinan Kaynakçı'nın sesi hem çocuk, hem olgun... Yazdığı şarkı sözleri ile müziğin uyumu ise... Ne bileyim pencere önünde zeytinyağı tenekesine ekilmiş sardunyalar gibi, ona saplanmış rüzgar gülü gibi, kızarmış ekmeğe sürülen tereyağı gibi, çokomel kağıtlarını tırnakla düzleştirip kitap arasında saklamak gibi..."Görmezdim önümü görmezdim, okudum yıllarca hep okudum Okumaktan boynumu büktüm yoruldum (...) Kimin uğruna, ne uğruna? Sevmezdim okulu sevmezdim, okudum yıllarca hep okudum Okumaktan boynumu büktüm yoruldum Bilmezdim oyunu bilmezdim denedim her şekilde denedim Denemekle olmadı zaten yenildim Kimin uğruna, ne uğruna Herkes köşesini kapmış iyi ama ben nası büyük adam olucam Bir tek seni bana çok gördü dünya İyiler bu savaşı kaybetmiş peki ben nası büyük adam olucam Kötü olmak seni geri getirir mi acaba?"Umutsuz havası, temposu ve de savaşı kaybetsek de iyi olan biziz vurgusuyla (züürt tesellisi!) dağıtan bir başucu şarkısı. Birkaç dize ve dört büyük soru. "Kimin uğruna, ne uğruna?" sorularının yanıtı dipsiz bir kuyu da; "Kötü olmak seni geri getirir mi acaba?" nasıl da güzide bir meraktır aslında."İnsan gibi davrandık süründürüldük" hissinin, "Değerinin ancak ayrıldığında bilinmesinin", "Aşkta da hayatta da iyiler erken ölür" tezinin bir tercümesi gibidir, aslında bu bir ilişki klasiğidir, öyle önümüzde durmuştur da yıllarca sorulmamıştır sanki "Pinhan" gizli demek "Pinhani" ise gizliler... Ancak ben geç de keşfetsem pek gizli değiller; www.pinhani.com adresinden dinlenebilirler...Peki... Peki, ben nası büyük adam olucam? Bir dizi var Kanal D'de yazdan beri fırsat buldukça izlediğim... "Benim yamuk ağızlı oğlanın dizisini açın" dediğim zaman basılıyor "Kavak Yelleri"ni izlememizi sağlayacak düğmeye... Yamuk ağızlı oğlan da Altan Erbulak'ın torunu Dağhan Külegeç oluyor! Aslında hayvanlara pek de değer verilmeyen bir ülkede yaşıyoruz... 'Hayvan' kelimesinin bir tür küfür olduğu, hayvanların önemsenmediği, işkence gördüğü, tecavüze uğradığı bir ülkede... Bazı ülke ya da kültürlerde hayvanlarla insanların dostluğunu anlatan, dizi ve filmler bile yapılırken; bizde ancak aslan Galatasarayla, kanarya Fenerbahçe ile, kartal Beşiktaşla sevilebilir...Ama bu yıl bir şeyler oldu, bizim de her kesimden insanın yüreğine dokunacak hayvan kahramanlarımız oldu...Önce fok Badem geldi... Hani Didim'de ölmek üzereyken bulunup beslenmeye başlayan, insan aşkıyla dolup taşan, şezlonglara yatıp güneşlenen Badem... Ve ardından adı 'yavru ayı' anlamına gelen, fotoğraf sanatçısı Cemal Gülas tarafından bakılıp büyütülen Datvi... Ara ara haberleri geliyor biz de ilgiyle izliyorduk. Ancak pazar günü büyüdüğünde tehlike oluşturabileceği düşüncesiyle Bursa'daki Karacabey Ayı Rehabilitasyon Merkezi'ne götürüldü. Gülas'ın yanından ayrılmak istemiyor, sarılıp sarılıp duruyordu kendini büyüten adama... Oysa bu sevgi dolu hali korkutuyordu onu iğneyle uyuşturup büyüdüğü ortamdan koparanları. Sanki bütün hayvanları çok önemsermişiz gibi bir de 'Onun iyiliği için' açıklamaları... Şimdi Türkiye'de bir tür sosyal tepki merkezine dönen Facebook'ta bile 4 grup ve binlerce insan var Datvi'nin gerçek yuvasına dönmesini isteyen... Kötüyü düzeltmemek, iyi-sakin-orada keyfiyle duran şeyleri de bozmak huyumuz mu ne? N'olur Datvi, Cemal Gülas'ta kalsa!