Ana Beatriz Barros ile Les Ottomans’daki Hürrem Sultan Suiti’nde buluşuyorum. Karşımda dünya çapında bir manken olunca ister istemez alıcı gözüyle inceliyorum ve bakın o arada neler konuşuyoruz?
Telefondaki ses, “Ana Beatriz Barros’la Les Ottomans’daki odasında çay içmek ister misiniz?” diyor.
Evet biliyorum, birçok erkek bu teklif için canını verebilir. Erkeklerin hayallerini süsleyen bir kadından bahsediyoruz. Ama bir kadın için bir Victoria’s Secret modeliyle tanışmak aslında o kadar da cazip bir şey değil. Böyle kusursuz vücutlu kadınlar karşısında genelde aynı hisse kapılıyor insan, “O kadınsa, ben neyim?” Çünkü bu kadınlar, ‘Avatar’ gibi oluyor. Yine de belki birkaç güzellik tüyosu kaparım, belki de canlısı podyumdaki kadar güzel değildir diyerek kendimi Les Ottomans’da buluyorum.
Malum Ana Beatriz Barros, IFW’de önceki akşam sergilenen adl+Cengiz Abazoğlu koleksiyonunun yüzü olmak için Türkiye’de. Kendisini beklerken aramızda markanın gelişiminden de konuşuyoruz. Kısa bir sürede büyük bir kimlik değişikliği yaşadı adl. Yılların Adil Işık’ı gitti, yerine bambaşka bir şey geldi. Çok da iyi oldu. Ayrıca Cengiz Abazoğlu’yla işbirliği de markaya yaradı.
Ana Beatriz’i önce günlük haliyle görüyorum. Doğrusu masada otururken çok dikkat çekici değil. Ama giyinip kuşanıp bir de saç-makyaj yapılınca ve tabii ayağa kalkınca durum değişiyor. Yine de canlı canlı görünce “Aman Allahım” olmuyorsunuz. Deniz Akkaya ya da Güzide Duran’ın yanında sönük kalır. Öyle bir ışığı yok. Gerçi son zamanlarda eski süpermodeller gibi yıldızlar da çıkmıyor. Ne dünyada, ne Türkiye’de.
Ana Beatriz o kadar uzun ki, bak bak bitmiyor. Benim boyum onun bacak boyu kadar var mıdır, emin değilim. Zaten ‘Beyaz Show’da görmüşsünüzdür, Beyaz’a tepeden bakıyor. Boy itibarıyla sadece. Çünkü kendisi son derece tatlı, sıcak ve mütevazı. Bir tek sesi şaşırtıyor. Bu kadar güzel bir kadından bu kadar kalın bir ses beklemiyorsunuz.
“Yine geleceğim”
Türkiye’yi ne kadar çok sevdiğini anlata anlata bitiremiyor. Üçüncü gelişi. Düğmesine basılmış gibi konuşuyor. Biliyorsunuz, ayak bileğinde bir ayyıldız dövmesi var. Ablası Türk bayrağından esinlenerek yaptırmış,
sonra aile geleneği olmuş, anne-baba, kız kardeş hepsi aynı dövmeden yaptırmış. Eee, tabii bayrağımıza, ülkemize böyle hayran birini biz de bağrımıza basıyoruz. “Türkler de benim ülkemin insaları gibi çok sıcak, mutlu ve güleryüzlü” diyor. Geldiğinden beri hep çalışmış, daha önce gittiği Kapalıçarşı ya da Mısır Çarşısı’na bile gitmeye vakit bulamamış. “Olsun, yine geleceğim en yakın zamanda” diyor.
‘Mühim olan iç güzellik’
Konu geliyor güzellik sırlarına. “Düzenli spor yapıyorum, çok sağlıklı besleniyorum” diyor. Oh çok şükür, genetik değilmiş diyorum içimdem. “Arada cheeseburger ile kaçamak yaptığım da oluyor ama genelde balık ve sebze yiyorum. Bol bol su içiyorum“ diye devam ediyor. Kremlere meraklı olduğunu anlatıyor. “Dışarıda yağmur yağsa bile mutlaka yüksek faktörlü güneş koruyucu kremi sürmeden sokağa adımımı atmam” diye ekliyor. Sonra da lafı iç güzelliğe
getiriyor. “Önemli olan iç güzellik. Mutluyum, bu da güzellik için önemli bir etken, yüzüme yansıyor” diyor. En çok bacaklarını beğeniyor, en beğenmediği ise 41 numara
ayakları. İçime su serpiliyor, neyse onun da beğenmediği bir yeri var işte.
“Koleksiyona bayıldım, yanımda götüreceğim”
Cengiz Abazoğlu’nun tasarladığı adl koleksiyonunu nasıl bulduğunu soruyorum. “Tasarımcı daha önce hep haute couture çalışmış ama bu koleksiyonda da çok başarılı. 1950’lerden ilham almış. Defilede dört kostümüm var. Ama fotoğraf çekiminde bütün koleksiyonu görme şansım oldu. O kadar çok beğendim ki bana hediye edilenler dışında tonlarca şey ayırdım. Hepsini evime götüreceğim ve bol bol giyeceğim.”
‘İstanbul moda başkenti olabilir’
“İstanbul sence bir moda başkenti olabilir mi, yoksa bu olmayacak bir hayal mi?” diye soruyorum. “Bence kesinlikle olur. Burada çok potansiyel var. Brezilya’da ilk moda haftası yapıldığı zamanlarda buna olmayacak bir hayal diye bakıyorlardı. Ama Brezilya modasına çok büyük katkısı oldu. Sao Paulo moda başkentleri arasına girdi. İstanbul’un da öyle olacağına inanıyorum. Bunu benim gibi Paris, Milano, New York ve Londra podyumlarına çıkmış birinin söylemesi önemli.”
Gördüğünüz gibi gerçekten içi de güzel, son derece pozitif ve iyi niyetli.
17 yıldır çalışıyor
Tam 17 yıldır mankenlik yapıyor. Dile kolay, 13 yaşından beri. Nasıl duracağını, nasıl bakacağını haliyle çok iyi biliyor. Göründüğünden de daha iyi fotoğraf veriyor. Çok fotojenik.
Acımasız olmak istemem, ama mankenlik için artık yaşı geçiyor. “Mankenliği bıraktıktan sonra ne yapmak istiyorsun?” diyorum. “Kesinlikle yine modanın içinde olmak istiyorum. Şimdi New York’ta yaşıyorum, Brezilya’da da bir evim var, ama iş için çok seyahat ediyorum. Mankenliği bırakınca Brezilya’ya dönüp orada kendi moda markamı kurmak istiyorum. Bir dergide moda editörü olmak da hayalim. Kesinlikle modadan kopamam” diyor. Anladığım kadarıyla mankenliği bırakmaya pek niyeti yok. Bu gidişle Ana Beatriz’i Türkiye’de daha çok görürüz.