Bütün kızlar toplandık, Kiev Olimpiyat Stadı’nda İngiltere-İtalya maçını izledik. Hasan Cemal’in dünkü yazısını okudunuz, maçı şimdi bir de benden dinleyin
Maç öncesi Euro 2012 mor tişörtlerimizi giyip lobide buluşuyoruz. 13 kadın, bir futbol takımı edasıyla poz veriyoruz. Kiev şehir merkezindeki Olimpiyat Stadı’na doğru giderken yolda İngilizler ve İtalyanlar’la kaynaşıyoruz. Herkes heyecan içinde. Bazılarının yüzü bayraklarla boyalı, bazılarınınsa ellerinde bayraklar. Olimpiyat Stadı, 70 bin 50 kişilik kapasitesiyle Avrupa Kupası’ndaki en büyük stadyum. İçeride tam 64 bin 340 seyirci var. Coca-Cola tribününe kuruluyoruz. Şanslıyız, yanımızda spor yazarı Banu Yelkovan var. Tam karşımızdaysa Cüneyt Çakır. Önümüzde İtalya’yı destekleyen Koreliler, arkamızda ellerinde Türk bayrağı olan bir Türk grup. Birkaç kişinin üzerinde Fenerbahçe forması var.
Taktikler Banu Yelkovan’dan
Maç hızlı başlıyor, tempo düşmeden devam ediyor. Ama İtalyanlar’da bir uğursuzluk var, sürekli İngiltere kalesinin önünde olmalarına ve ellerine birçok fırsat geçmesine rağmen golleri kaçırarak rekor kırıyorlar kendilerince. Bu kadar para kazanan futbolcuların bu kadar çok hata yapması bana tuhaf geliyor.
Maçın başında işin uzmanına, Banu Yelkovan’a soruyorum, “En yakışıklı, en yıldız futbolcu kim var bu takımlarda?” diye. “İngiltere’nin 4 numarası Rooney ve İtalya’nın 21 numarası Pirlo” diye cevaplıyor. Yine Banu’dan aldığım bir taktikle konsantrasyonum bozulunca tek bir futbolcuya odaklanıp onu takip etmeye başlıyorum. Rooney, Pirlo derken İtalya takımındaki Balotelli’den gözlerimi ayırmıyorum. Bu arada statta Meksika dalgası oluyor. Herkes kolları havada ayağa kalkıp oturuyor, bir tek İngiliz taraftarlar dalgaya katılmıyor. Futbol, İngilizler için çok önemli. Maçı ciddi ciddi izleyenler zaten dalgaya katılmıyor. Bakıyorum Banu da katılmıyor. Anlıyorum ki racon bu. Başta kendimi havalara atmışken şimdi yerimde pür dikkat oturuyorum.
90 dakika geçiyor, tek bir gol yok. Bu ne demek? Maç uzayacak, 15’er dakikadan iki devre. Aramızdan biri, “Buraya kadar geldik ya, hakkını veriyorlar, tam iki saat oynuyorlar” diyor. İki saatin sonunda hiçbirimizde hal kalmamış, kim hangi takımı destekliyorsa vazgeçmiş, biri gol atsın da gidelim modundayız. Artık iki saatten fazla bir şeye oturup konsantre olmak bence mümkün değil. Bu ne olursa olsun geçerli. Epostalarınıza, Twitter’ınıza bakmadan iki saat zor geçiyor, sonunda eliniz telefona gidiyor işte. Memnun değiliz ama kabul etmek lazım, geldiğimiz nokta bu.
Kadınlar üzülüyor, erkekler sinirleniyor
Penaltılar başlıyor. Ben hâlâ İngiltere’yi tutuyorum, bizim tribünde herkes “İtalya” diye bağırsa da. Sonunda İngilizler iki penaltı kaçırıyor, İtalyanlar ise sadece bir tane kaçırdıkları için yarı finale yükseliyor. İngiltere takımı üzülüyor ama hiçbir taşkınlık yok. Taraftarlarının yanına gidip alkışlıyorlar. Herkes aynı anda stattan çıkıyor ama ne bir kargaşa, ne kavga gürültü... Gayet medeni bir şekilde 64 bin 340 kişi dağılıyor. Ben İngiltere kaybettiği için üzgünüm. İşte futbolda da en büyük kadın-erkek farkı. Erkekler kaybedince sinirleniyor, kadınlar kaybedince üzülüyor.
Şimdi üç maç kaldı geriye. Bu akşam Portekiz ve İspanya karşılaşması Donetsk’te, yarın akşamsa Almanya ve İtalya karşılaşması Varşova’da. Finalse pazar akşamı Kiev’de. Maçları izleyecek miyim? Hiç sanmıyorum. Statta olmadıktan sonra maç izlemenin de bence keyfi yok. Tıpkı Madonna ya da Kenan Doğulu gibi, futbol takımlarının da sahnesi iyi.
MAÇ SONRASI TiKE VE FASHION TV
Dönüşte maçın havasıyla bir şeyler yemeye Tike’ye gidelim diyoruz. Evet, Tike Kiev’de de var. Ama ne yazık ki o saatte mutfak kapanmış oluyor. Mecburen otele dönüyoruz. Gece yatmadan önce kanalları zaplarken gözüm Fashion TV’ye takılıyor. Uzaktan bakınca beyaz g-stringli bikinili model, fotoğrafçıya poz veriyor. Kamera yaklaştıkça belli oluyor, bikiniyle yanmış kız aslında çırılçıplak ve kamera neredeyse kızın içine girecek. Bu bir porno kanalı değil, bildiğiniz Fashion TV. Ukrayna’da Fashion TV yayını böyle işte. Sonra boşuna çıkıp da “Biz bundan ibaret değiliz” denmesin diye düşünüyorum. Sonra da gezip gördüğümüz yerlerden sonra bir kez daha anlıyorum, önyargılı olmamak lazım. Çünkü şimdiye kadar gezdiğim en etkileyici müzelerden biri Kiev’de. İşte o da cumartesinin yazı konusu.