Bu işin en zevkli yanı sürekli değişik insanlarla tanışmak. Dün okuduğunuz röportaj sayesinde Nihat Odabaşı’yla tanıştım. Bir anda Biri Nihat’ı Gözetliyor durumunun içinde buldum kendimi.
İlk gün Maslak’taki çekimine gittim. Nasıl bir nizam intizam durumu, anlatamam. Dergi çekimleri nedeniyle birçok usta fotoğrafçının setinde bulundum. Ama böyle set görmedim. Nihat Odabaşı her şeye müdahale ediyor. Normal bir durumda bu çok rahatsız edici olabilir ama çok iyi bir gözü var, tespitlerini çok doğru buluyorsunuz. Maslak’taki konuşma kısa sürdü, bir davete yetişmesi gerekiyordu.
Sonra ikinci buluşma Teşvikiye’de oldu. Home office’ini gezdim, işlerinden gardırobuna her konuda fikir sahibi oldum. Sokaklarda fotoğraflar çektik. Güzel oldu ama ona yetmedi tabii.
“Hadi, yarın Arkeoloji Müzesi’nde çekim var, oraya da gel, orada da çekelim” deyiverdi. Müzeden çıktık, Sultanahmet sokaklarında gezdik, fotoğraflar çekildi. Benim Nihat Odabaşı’yla koca bir albümüm oldu, onun da birçok fotoğrafı... Sokakta gezerken herkesin onu tanıması beni çok şaşırttı. “Gülben Ergen’in taptığı adam” diyen de oldu, “Ünlü fotoğrafçı” diyen de... Türkiye’de başka hiçbir fotoğrafçının böyle popstar ilgisi gördüğünü sanmıyorum. Sultanahmet gezimizi bence İstanbul’un en güzel balıkçısı olan Balıkçı Sabahattin’de bir yemekle noktaladık. Yaklaşık 30 saattir uyumuyordu. Bıraksak daha sabaha kadar çalışırdı.
Çok enerjik, çalışkan ve titiz. Sürekli hadi devam edelim, daha fotoğraf çekelim diyor. Hiç yorulmuyor. Sabahlara kadar çalışıyor, sonra hiç uyumadan geceyarılarına kadar çalışmaya devam ediyor. Kendi çalışırken etrafındakileri de çalıştırıyor. Ama yine de en çok kendisi çalışıyor.
Bu 3 günün dışında sürekli telefonda konuştuk, mesajlaştık, mailleştik. Birbirimizi çok yorduk. Bunu başka biri yapsa çok sinir olabilirsiniz. Cumartesi gecenin 2’sinde, pazar sabahı 7’de hâlâ uğraştırıyor dersiniz. Ama söz konusu Nihat Odabaşı olunca durum değişiyor. “Off, yeter artık” diyeceğiniz zamanlarda bile ona hayır diyemiyorsunuz. Hayır, belki ileride benim de seksi fotoğraflarımı çeker diye değil. Onda bir şeytan tüyü var. Bir de sürekli bir şeyler yapma heyecanı... O heyecanı karşısındakine de bulaştırıyor.
Ondaki çalışma isteği ve heyecan hepimizde olsaydı kimse bizi tutamazdı. E, boşuna marka olunmuyor!
Ayın programı: Yemek + sinema
Geçen hafta sonu İstanbul çok sakindi, restoranlar ve gece kulüpleri boştu. Cumartesi akşamı yapılacak en güzel program Kanyon’da yemek ve sinemaydı. Önce Hakkasan’a yemeğe gittik. Yaşasın, ekonomik sinema paketleri hala devam ediyor. Saat 20.00’ye kadar sipariş verirseniz, 38 TL’lik özel mönüyü alabiliyorsunuz. Dim sum’dan ördek salatasına, çikolatalı ıslak keke kadar bol çeşitli bir mönü.
Uzun ve sıkıcı mı?
Yemekten sinemaya geçiyoruz. Tarantino’nun filmi ‘Inglourious Basterds’ı izleyeceğiz, heyecanlıyız. Filmin adı Türkçe’ye ‘Soysuzlar Çetesi’ diye çevrilmiş, neden bilmiyorum.
Bu film için “çok uzun ve sıkıcı” diyen sinema eleştirmenlerine inanamadım. Onları dinlemediğim için mutluyum. Çünkü ben 2.5 saatin nasıl geçtiğini hiç anlamadım. Filmde diyalogların İngilizce, Almanca, Fransızca ve İtalyanca olmasına rağmen.
Filmde vahşet sahneleri olsa da çoğu zaman kahkahalarla güldüm. Tarantino’nun zekasına ve uçukluğuna, Brad Pitt’in aksanına, Christoph Waltz’ın oyunculuğuna, Diane Kruger ve özellikle de Melanie Laurent’in güzelliğine hayran kaldım.
Evet, alıştığımız 2. Dünya Savaşı filmleriyle hiç alakası yok. Tarihi gerçekler tabii ki yok. Öyle bir beklentiyle giderseniz bu ne saçmalık diye büyük hayal kırıklığına uğrarsınız. 2. Dünya Savaşı’ndan çok sinema tarihiyle ilgili göndermeler var.
Unutmayın filmin adı bile 1978 yapımı İtalyan savaş filmi ‘The Inglorious Bastards’ın yanlış yazılmış hali. Bu, diğer Tarantino filmleri gibi uçuk bir film. Brad Pitt bu filmde komik ama yakışıklı değil. Bunlara hazırsanız filmi hemen izleyin.