Bodrum, tıpkı İstanbul gibi, bir yandan müthiş gelişiyor, bir yandan da mahvoluyor. Artık Bodrum’a özgü yerel lezzetler de, butikler de yok. İstanbul’dan gelen markalar Bodrum’u istila etti. Peki ama Bodrumlu markalara ne oldu?
Barlar Sokağı’na nasıl göz yumuluyor?
Barlar Sokağı’nın hali içler acısı. Merkezde yollar değişmiş, trafik tek şeride inince ister istemez İstanbul trafiğini aratmaz bir durum olmuş. Torba’dan Bodrum’a anında iniyorsunuz ama otogardan Bodrum Kalesi’ne gelmeniz saatler alabiliyor. Buna rağmen her sene ayrı bir hevesle bu yaz Barlar Sokağı değişmiş mi diye gidiyoruz. Her seferinde aynı hayal kırıklığı. Her yerde çakma çantacılar.
Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar uluorta taklit ürün satıldığını göremezsiniz. Eskiden Bodrum’un el yapımı sandaletleri, Engin Dalyancı’nın balıklı hediyelik eşyaları meşhurdu. Şimdi hâlâ varlar ama nedense herkes bir çakma çantacıdan çıkıp diğerine giriyor. Eskiden Bodrum’a gelince özel bir şeyler almak mümkündü. Şimdi pazarlardan alacağınız Bodrum mandalinalı reçellerden, bademli zeytinlerden, rengarenk peştemallerden başka bir şey kalmadı.
Yalıkavak Marina’daki tek Bodrum markası Bitez Dondurmacısı bile kapandı. Yerini Arnavutköylü Dolce Pastanesi doldurmaya çalışıyor. Dolce, Bodrum’un meşhur pastanesi Penguen’in dondurmasını satıyor. Ama olmuyor işte. Penguen’in dondurması ne kadar iyi olsa da Dolce ayarında değil.
Dolce’ye Dolce standartlarında, Dolce pastalarında ve brownielerinde kullanılan çikolatalardan dondurma yakışır, eski usül pastane dondurması değil.
Geçen ay Beymen’in patronları Ümit-Cem Boyner’in davetlisi olarak İtalyan Etro markasının ortakları Kean Etro ve kız kardeşi Veronica Etro gelmişti İstanbul’a. Etro Ailesi, “Size özel bir şeyiniz yok, Kapalıçarşı’da bile size has, işte bu Türkiye diyebileceğimiz bir şey bulamadık” dediğinde üzülmüş ama verecek cevap bulamamıştık. Neyse ki, Barlar Sokağı’nı görmediler diyorum. Bir de onu görseler kim bilir daha neler diyeceklerdi?
Türkbükü’nün en iyisi
Türkbükü’nün diğerlerinden en farklı balıkçısı Garo’s. Sadece mezeleriyle değil, ambiyansı ve müziğiyle de diğerlerinden ayrılıyor. Biraz Yunan Adaları’ndaki tavernaları andırıyor.
Geçen akşam Garo’s’a rezervasyon yaptırıyoruz telefonda. Deniz kenarı bir masa istiyoruz. “İskelede yer yok, kumdaki masalar var isterseniz” diyorlar. Kumdaki masaların tercih edilmediğini anlıyoruz karşıdaki sesten. “Tamam, daha iyi” deyip telefonu kapatıyoruz.
Kumdaki masalar nasıl tercih edilsin? Apartman topuklarla kumlara bata çıka yürümek istemeyenler çoğunlukta. Oysa deniz kenarında, kumlara saplanmış meşalelerin aydınlattığı, kumların üzerine atılmış salaş bir masa tekdüze iskelelerden çok daha güzel.
Garo’s, Türkbükü’nün en başında, Miam’ın hemen yanında. Garo Nişan’ın yeri, mezeleriyle ünlü. Somon pastırmadan portakallı levreğe birçok spesiyali var. Tepsiyle masaya getirilemeyecek kadar çeşit çok. Finalde gelen parfe ve sakız likörü de kalbimi çalmaya yetiyor.
Garo Nişan, daha önce çalıştığı Miam’dan ayrılıp geçen yıl yanına Garo’s’u açmış. Ama Gümüşlük’te Mimoza’dan ayrılanların yaptığı gibi gidip aynı yerin bir kopyasını açmamış, yeni bir yer yaratmış. O yüzden Miam da, Garo’s da farklı alanlarda Türkbükü’nün en başarılı yerlerinden ve daha uzun süre öyle kalacağa benziyorlar.