Adalar’da yaşanır mı?
Tam da bu yazıyı okumadan birkaç gün önce yolum Burgazada’ya düşüyor. Her şey bir telefon konuşmasıyla başlıyor.
“Burgaz’da yazlık ev tuttum. İşe de oradan gelip gidiyoruz” diyor Tracy. Aklımdan ilk geçen şey, çok zor olmaz mı? Hayatını İDO’ya bağlayacaksın, vapur ve deniz otobüsü saatlerine göre kendini ayarlayacaksın. Her gün iş çıkışı trafiğin üstüne bir de bunları düşüneceksin. Değer mi?
Doğrusu ilk hissim buydu. Ama bir yandan da hem İstanbul’da olup günlük rutinine devam edebileceği hem de sayfiye hayatı yaşayabileceği için sevinmiştim. Ne de olsa benim de kalabileceğim bir de misafir odası vardı.
Kabataş’tan 35 dakika
Hafta içi bir gün iş çıkışı buluştuk. Adaya her gün gidenler deniz otobüsünü tercih ediyor, daha hızlı olduğu için. Sürekli vapur sefası yapacak zaman yok. Kişi başı 7.50 TL ödedik, deniz otobüsüne atladık. Bu arada elimizde bir sürü eşya, evin eksiklerini tamamlayacağız diye. Tam bir yazlıkçı halindeyiz. Neyse ki 35 dakika sonra Burgaz’dayız. İskelenin tam karşısındaki pastaneye girmemek için kendimizi zor tutuyoruz. Elimiz kolumuz çok yüklü, faytona atlayıp eve çıkıyoruz.
Film seti gibi
Buradaki evler eski, çoğunun bakımdan geçmesi gerek. Ama bu eskilik, dokunulmamış ve bozulmamış his insana iyi geliyor. Artık her yerde karşımıza çıkan son model ama zevksiz yapılardan sonra burası cennet gibi. Varsın evler gıcır gıcır olmasın.
Bir film setinde gibiyim, filmlerdeki balıkçı kasabalarından farksız burası. Çok sakin. Herkes birbirini tanıyor, birbiriyle konuşuyor. Her yer çiçeklerle dolu. Bir yanda ortancalar, bir yanda sardunyalar, bir yanda zakkumlar. Rengarenk. Bahçede biraz oturup doğru sahile iniyoruz yokuştan. Önce Ada’daki kulübe gidiyoruz. Kulübün de eskiden kaldığı belli, iyi bir his veriyor insana. Bazı kurallar fazla gelse de nedense burada batmıyor. Çıkışta bir dondurma arabası bizi bekliyor. Gül şeklinde dondurma yapıyor. Vişne ve şeftalisini yerken gerçekten meyve yiyor gibisiniz. Çikolatası da çok iyi. Günlük yapıldığı için her gün limon olmuyor, ama olduğunda o da denenmeli. Ne kadar iyi dondurmalar yapılıyor, şaşırıyorum. İçinde katkı maddesi olmadığı için nedense zararlı gibi de gelmiyor bana.
Hızımızı alamıyoruz, bu sefer de çay bahçesinde kup griye peşindeyiz. Kup griye, Balyan Pastanesi’yle özdeşleşmiş ama burada da çok iyi yapılıyor. Dondurmanın altında krokan, krokanın altında krem şanti var. Ama krem şanti tadını almıyorsunuz bile.
Poseidon’dan Sahil Balık’a
Ada’da kısa bir yürüyüşten sonra eve gidip akşam yemeğine hazırlanıyoruz. ‘Akşam Barba’da mı yesek, Kalpazankaya’da mı derken deniz kenarında Sahil Balık adlı bir balıkçıda buluyoruz kendimizi. Aslında tamamen tesadüf sayılmaz, en dolu yer neresiyse oraya gidiyoruz, bir nedeni vardır diye. Mezeler çok lezzetli. Sonradan öğreniyoruz ki Sahil Balık’ı Bebek’teki Poseidon’un ortaklarından birinin eşi burada yeni açmış. ‘Poseidon’la buranın alakası yok, fiyatları çok farklı, ama yemek kalitesi aynı’ diyorlar. Yemeğin sonunda biz de onlara hak veriyoruz.
Daha Kabataş’tan deniz otobüsüne bindiğim dakikadan itibaren “23.10 vapuruyla döneceğim” diyorum. Yemek sırasında da bunu sık sık tekrarlıyorum. Yemeğin sonlarına doğru buradan ayrılmak istemediğimi anlıyorum. Daha ertesi gün kulüpte yüzülecek. Ne yapıyorum? Tabii ki “Tamam, kalıyorum” diyorum.