Son zamanlarda o kadar çok uçak kazası oluyor ki... Artık kazaları kanıksadık, iyice duyarsızlaştık.
Dün Cengiz Semercioğlu ‘Kötü bir olasılık hesabı: Ailenizin hepsi mi ölsün, yarısı mı?’ başlıklı bir yazı yazmış. Baba-kız ile anne-oğlun ayrı uçaklarda uçmasını ve anne-oğlun bindiği uçağın düşmesini anlatıyor ve ailenin bu kararını sorguluyor.
Buraya kadar bir problem yok. Ama bu yazı içinde bir cümle var ki beni çok derinden etkiledi. “Atlantik’te düşen Air France uçağından şu ana kadar çıkan en dramatik hikâye bu.”
Tam 228 kişinin (216 yolcu ve 12 uçuş görevlisi) hayatını kaybettiği, yüzlerce ailenin perişan olduğu çok büyük bir kaza hakkında böyle bir cümle nasıl sarf edilebilir? “Şu ana kadar çıkan en dramatik hikâye”. Evet, her şeyin “en”i hakkında konuşuyoruz. En iyilerden, en havalılardan söz ediyoruz. Ama burada “en dramatik hikâye” denilen şey bir hikâye ya da senaryo değil. Yüzlerce kişinin hayatını alt üst eden çok büyük bir kaza, çok büyük bir acı. Bunu yaşamadan anlamak tabii ki mümkün değil. Ama anlamıyoruz diye, böyle bir cümle kurmak duyarsızlık olmuyor mu? Bir tek “top 10 dramatik hikâye” listesi yapmadığımız eksik kaldı.
Skylife’tan ikinci gaf
Bu arada Skylife’ın Haziran sayısında da konuk yazar bölümü beni yine hayrete düşürdü. Mayıs sayısında Sevin Okyay’ın uçak korkusunu anlattığı yazıdan sonra şimdi THY’nin kurumsal dergisi Skylife’ta yine uçak korkusuyla başlayan bir yazı var.
Konuk yazar Psikiyatr Doç. Dr. Kemal Sayar. Yazı şöyle başlıyor: “Bir seferinde Kudüs’ten dönüyorduk, uçağımız sert bir türbülansa girmiş, beşik gibi sallanıyordu. Yanımdaki Musevi yolcuyla birlikte dua etmeye başladık. Tuhaf ama ikimiz de aynı kelimelerle niyazda bulunuyorduk: ‘Ya Rabbi’”
Bir psikiyatr bile Skylife’taki yazısına türbülanstan nasıl korktuğuyla başlıyor. Sizin de bu yazıyı okurken türbülansta olabileceğinizi hiç düşünmüyor. Hani türbülans tehlikeli değildir diye devam edecek olsa belki bir derece. Ama konuyu farklı dinlerden insanların da korktuğunda dua etmesine bağlıyor.
THY yönetimi ve Skylife yöneticileri sanırım bu korku dolu yazıları okumuyor. Bizi böyle bir star gibi hissettireceklerini sanıyorlarsa yanılıyorlar. Bu kadar duyarsızlık gerçekten inanılır gibi değil.
Sezen Aksu’dan “katkısız” hediye
Sezen Aksu’nun yeni albümü ‘Yürüyorum Düş Bahçelerinde’yi gördünüz mü? Dikkatinizi çekerim, dinlediniz mi demiyorum. Gördünüz mü?
Albümün kapak tasarımını çok beğendim. Hollywood filmlerinin afişlerinde imzası olan Emrah Yücel yapmış. Beyaz bir zemin üzerinde sadece Sezen Aksu’nun kırmızı dudakları ve siyah kâkülleri var.
Albümde 2 CD’de tam 29 şarkı yer alıyor. Çoğu bildiğimiz, sevdiğimiz Sezen Aksu şarkıları. İçlerinde 3 yeni şarkı var. Bunlardan biri ‘Tören’. Söz ve müziği Sezen Aksu’nun oğlu Mithat Can Özer’e ait. Mutlaka dinleyin.
Cevdet Erek’e destek
Gelelim Sezen Aksu’nun asıl sürprizine... Albümün içinden bir DVD çıkıyor. Üstünde ‘Katkısız, Cevdet Erek’ yazıyor. Bu da ne diyorsunuz ve gözünüz Sezen Aksu’nun yazısına takılıyor.
“Bu benim size hediyem” diyor. “Bana her anı fark etmeyi ve kaçırmamak gerektiğini yeniden hatırlattı” diye devam ediyor. Müzik sayesinde böyle eserleri büyük kitlelere daha kolaylıkla ulaştırma şansı olduğunu ve bundan sonra bu şansı daha çok kullanacağını anlatıyor Sezen Aksu. Peki ama neden söz ediyor?
Cevdet Erek bir sanatçı, mimar ve icracı. İTÜ MİAM’da araştırma görevlisi olarak çalışırken ses ve mekân yerleştirmeleri üzerinde çalışmış. ‘Katkısız’ adlı bu DVD’de video eserlerini izleyebiliyorsunuz. ‘Avluda’, ‘2. Köprü’, ‘Stüdyo’ ve ‘Kule’yi mutlaka görmelisiniz.
Sezen Aksu’nun genç müzisyenlerden sonra şimdi çağdaş sanatçılara da destek vermesi gerçekten takdire şayan.