Çağdaş Ertuna

Çağdaş Ertuna

cagdas.ertuna@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Starbucks ve Deniz Berdan işbirliğinden sonra şimdi yeni bir ‘sinerji’ durumu daha ortaya çıktı. Hatırlayacaksınız, Starbucks sağlıklı yaşam için Deniz Berdan’dan 3 yiyecek tarifi alıp, bir tanıtım daveti düzenlemişti. Şimdi yeni bir şaşırtıcı tanıtım daha var, Sony PlayStation 3 ve Eda-Bora ikilisi.
İlk başta şaşırıyor insan, Oya-Bora ikilisi gibi bir müzik grubu zannediyor. Sonra biraz daha dikkatli bakınca isimleri görüyorsunuz, Eda Taşpınar ve Bora Kozanoğlu.
Bu isimlere karşı hiç negatif hissim yok. Hatta ikoncanlar arasında Eda’nın her zaman ayrı bir yerde olduğuna inanırım. Sırf böyle giyinmeyi seviyor ve kendine yakıştırıyor diye onu yargılayacak değilim. Biliyorum, Eda özenti değil. Ortaokulda da böyleydi, hâlâ böyle. CNNTürk’teki programı Trendikon’da da gayet başarılı. Yeni sevgilisi Bora Kozanoğlu ise ülkemizin rüzgâr sörfü şampiyonu. Tamam, ikisi de genç ve fotoğrafa gelen insanlar.

Her ünlü her markaya yakışır mı?

Onların yerinde kim olsa iyi bir teklife hayır demezdi. Gerçi sonradan duydum Eda Taşpınar tanıtıma katılmaktan vazgeçmiş. Ona kocaman bir artı puan.
Koskoca Sony, tanıtım yaparken ‘Eda Taşpınar ve Bora Kozanoğlu’nun da katılacağı tanıtım etkinliği Bağdat Caddesi Sony Center’da gerçekleşecek’ ibaresine neden gerek duyuyor? Bir de basın bültenine eklemişler, ‘Bu etkinlikte düzenlenecek turnuva, saat 23.30’da, Eda Taşpınar ve Bora Kozanoğlu’nun karşı karşıya geleceği eğlenceli dakikalara sahne olacak’ diye.
Elinde PlayStation kadar önemli bir ürün varken, bu kadar büyük bir marka değerin varken, yeni bir ürünü pazarlamak için Eda ve Bora’nın yeni ilişkisinden medet ummaktan başka bir şey kimsenin aklına gelmedi mi? Bu nasıl bir yaratıcılıktır, anlamak mümkün değil.
Starbucks-Deniz Berdan ne kadar alakasız bir ikiliyse PlayStation ve Eda-Bora da o kadar alakasız. Bir kez daha altını çizelim, her ünlü her tanıtım için uygun olmayabilir. Firmaların ‘celebrity’ seçerken danışmanlık almalarında fayda var. Çünkü büyük markalar seçtikleri ünlü isimlerle zaman zaman kendilerini küçültebiliyor.

Haberin Devamı

Favorim Paris ve Helen’in adası
Yunan Adaları turumuza salı günü kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bugünkü ilk durak Kythere. Burası Afrodit’in doğduğu yer. Çok karakteristik, hiç turistik değil. Şehir tepeye kurulmuş. Virajlı yollardan yukarı çıkıyorsunuz. Güney İtalya’nın en romantik yeri Ravello’yu andırıyor. Zaten kendinizi Yunanistan’dan çok İtalya’da gibi hissediyorsunuz. İnanılmaz bir manzara var. Özellikle Venedik Kalesi’nden manzara olağanüstü. Aya Sofya mağarası da burada. Adanın bir de kendine özgü tarçınlı bir likörü var, adı Fatourada.
Adanın sembolü haline gelen bir de sarı çiçek var. Adı sempreviva, yani sonsuza dek hayat. Sadece buradaki denizin ortasındaki taş adalarda bulunuyor. Hatta bir de şöyle söylenti var. Paris Helen’i Sparta’dan aldığında Truva’ya gelirken Kyhera’da duruyorlar. Helen, adada yaşayan tanrıça Venüs’ü kıskanıyor. Bunun üzerine Paris bu özel çiçeği bulup Helen’e ‘Saçın çiçeğin rengi kadar sarı, vücudun çiçeğin sapı kadar ince ve tenin bu çiçek kadar yumuşak. Güzelliğin sonsuza dek’ diyor. Çiçeğe de ismini böylece vermiş oluyor. Ayrıca Saint John yani Agios Ioannis, Apocalypse’i burada yazmaya başlamış. Burada herkes yazmaya başlayabilir.

Paros ve Santorini

Sonraki ada Paros. Paros’un bu kadar büyük ve popüler bir ada olduğunu doğrusu bilmiyordum. Burada en uyduruk yerde bile bir çay, kahve servisi yapıyorlar, inanamıyorsunuz. Her şey son derece şık tasarımlı fincanlarda geliyor. Adanın en iyi plajları Molos ve Santa Maria. Ama onlar uzak gelirse her yerde güzel halk plajları var. Yine de Paros beklediğimden çok daha turistik bir ada. O yüzden bayılmıyorum.
Sonraki istikamet Santorini. Santorini gün batımıyla ve volkanıyla meşhur. Burada teleferikle deniz kenarından şehre çıkıyorsunuz. İsteyenler 600 basamağı yürüyerek ya da eşeğe binerek de çıkabiliyor. Sokaklarda dolaşıyorsunuz. Sonsuz havuzlu küçük butik oteller ve pansiyonlara bayılıyorsunuz. Böyle bir manzara başka hiçbir yerde yok.
Sonra Oia’ya geçiyorsunuz. Oia fotoğraflarda gördüğünüz Santorini’nin ta kendisi. Burada günbatımı en güzel Ambrosia Restaurant’dan izlenebiliyor.
Şimdi sırada Rodos var. Sonra da Marmaris’ten İstanbul’a dönüş ve tabii İstanbul’da bienal heyecanı...