Emek Sineması için yapılan protesto yürüyüşünde İstiklal Caddesi savaş alanına döndü. Peki ama değecek mi bu yaşananlara?
Pazar günü İstiklal Caddesi’nde yaşananları görenler savaş çıktı zannetmiş olabilir. Panzerler, şiddetli su sıkmalar, gaz bombaları derken büyük bir arbede atlatıldı. Sırılsıklam olanlar da biber gazından etkilenenler de oldu. Bu kalabalığın arasında Film Festivali’nin
konuğu olarak İstanbul’da
bulunan usta yönetmenler Costa-Gavras, Mike
Newell, Marco Becchis’le Jan Ole Gerster de vardı. Yerli-yabancı sinemaseverler mağazalara sığınmak istediler, mağaza çalışanlarıysa mağazalara zarar gelmemesi için kapılarını kapadı, bazı yeme-içme mekânları protestoculara su bile vermeyi reddetti. Kimse protestocular ve polisin arasında kalmak istemedi. Daha da fenası protestoculardan gözaltına alınanlar da oldu. Boşuna İKSV, “İstanbul’un kültürel hafızasına sahip çıkmaktan başka düşüncesi olmayan sinema severlere yapılanları kınıyoruz” diye açıklama yapmadı. Boşuna Atilla Dorsay sözlerin, yazıların bir değeri kalmadığını söyleyerek köşesine veda etmedi.
Evet Emek, İstanbul’un simgelerinden biriydi. Keşke bu protestolara gerek kalmadan korunabilseydi. Şimdi içeri girenler yerlebir olduğunu söylüyor ama bir yandan da protestolar aynı hızla devam ediyor. Sonuç acı ama gerçek, giden gitti, Emek geri gelmeyecek. Geri getirilmeye çalışılsa bile yıkılıp yeniden yapılmış olacak, “Yıkmıyoruz, 4. kata taşıyoruz” açıklamasından bir farkı kalmayacak.
Bu yıkımı en başında durdurmak gerekiyordu, en başında gerekli izinlerin verilmemesi gerekiyordu.
En son ne zaman gitmiştiniz?
“Emek bizim” diyen bizler de ikiyüzlüyüz. Kaçımız Emek’e sürekli gidiyorduk? Festival dışında eve en yakın AVM sinemalarına gideceğimize, yayılacak daha konforlu koltuklar peşinde koşacağımıza Emek’e daha sık gitmemiz gerekiyordu. Çünkü Emek, festivaller dışında ne yazık ki boştu. Bizde kör ölünce badem gözlü olur ya. Aynen öyle oldu. Biz Emek’in orada olmasını seviyorduk ama belli ki Emek yeterince iş yapmıyordu. Bu durumda her ticari kurumda olduğu gibi bir şeyler yapılması gerekiyordu.
Tabii ki şu anda yapılan tercih değil asıl olması gereken. Ama her konuda olduğu gibi her şeyin iki ayrı yüzü var. İki tarafı da dinlemek gerekiyor.
Bunun açıklaması olamaz
Şimdi bir de şöyle düşünelim, bir inşaat firmanız var, gerekli izinler verilmiş, tarihi bir binayı yeniden yapacaksınız, bir AVM’ye dönüştürüp daha çok para kazanacaksınız. Sürekli protesto edenler oluyor, hatta arada binaya izinsiz girenler bile. Atilla Dorsay gibi bir duayen bile izinsiz inşaat alanına giriyor, sonra işçiler tarafından tartaklanarak alandan atılıyor. Peki ya inşaata izinsiz girenlerin başına bir kaza gelse, o zaman kim sorumlu olacak, inşaat şirketi mi, inşaat alanına izinsiz girenler mi?
Gönül isterdi ki böyle bir binayı alanlar Emek’i koruyacak kadar öngörülü ve vicdanlı olsun. Ama ne yazık ki onlar başka fırsatların peşinde. Emek’in başına gelenlerdeysa asıl suçlu onlar değil, onlara bu izinleri verenler ve Emek’e zamanında sahip çıkmayıp iş işten geçtikten sonra “Emek bizim” diyen bizleriz. Yine de bu sayının giderek yükselmesi sevindirici, demek ki hâlâ tepki verebiliyoruz. Şehrin en tarihi sinema salonuna sahip çıkmak isteniyor diye şehrin kalbi olan İstiklal Caddesi’ni savaş alanına çevirmeninse hiçbir açıklaması olamaz.