Çağdaş Ertuna

Çağdaş Ertuna

cagdas.ertuna@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

En havalı butik otelde üç muhteşem kadın


Nişantaşı’nda yeni açılan The House Hotel’i ortağı Canan Özdemir ve mimarı Seyhan Özdemir ile birlikte gezdim. Bir de sürpriz oldu. Lobide Chanel’in sahibi Valerie Werthemier ile tanıştım


Dün son derece mütevazı bir Fransız’la tanıştım. Valerie zarif bir kadın. Nişantaşı kadınlarıyla uzaktan yakından ilgisi yok. Üstünde başında hiçbir markayı seçemiyorsunuz. İnternetteki çocuk pornografisiyle savaşan bir vakfın, Action Innocence’ın Başkanı. Ama sıkı durun, Türk kadınlarını daha da çok ilgilendirecek asıl bomba geliyor. Valerie, Chanel’in sahibi Gerard Werthemier’in eşi. Werthemier ailesi Coco Chanel’in ilk günlerinden beri ortağı. Sonra Chanel’in varisi olmadığı için şirket tamamen bu aileye geçiyor. Peki ama bizim havalı simalar ortalarda küçük dünyaları ben yarattım diye dolaşırken gayet rahat ve sıcak Valerie ile nerede karşılaştım?

Haberin Devamı

The House Hotel açıldı
İşte İstanbul’un en yeni butik oteli The House Hotel Nişantaşı’nın farkı da burada. Dev Prada mağazasının üstüne kurulan otelin ikinci katındaki lobisinde hiç tahmin bile edemeyeceğiniz bir atmosfer var. Üstelik daha yeni açılmış olmasına rağmen burada birçok tanıdık isimle de karşılaşabiliyorsunuz. Lobide otururken yabancı misafirleriyle Nuri Çolakoğlu içeri giriyor.
Önce otelin genel müdürü Anthony Doucet ile karşılaşıyorum. Anthony hem yakışıklı hem de jilet gibi giyinen çok şık bir Fransız. The House’cular onu Park Hyatt’tan transfer etmiş. Anthony’nin inanılmaz bir çevresi var. Yabancı dostları onun doğum günü partisi için İstanbul’a özel jetleriyle geldi.
The House Hotel sadece ekibiyle değil bütünüyle Avrupai bir fark yaratıyor. İşte bu bütünlüğü sağlayan iki müthiş kadın var. Biri Canan Özdemir, The House Cafelerin ve otellerin ortağı, diğeri de ablası Seyhan Özdemir -ki İstanbul’da gezen tozan herkes onu mimarlık ofisi Autoban ile tanıyor. Şehrin en önemli mekanlarında ve hatta artık Hong Kong’dan St. Petersburg’a dünyanın pek çok yerinde Autoban’ın imzası var.
Dün The House Oteli Canan ve Seyhan ile birlikte gezme şansım oldu. Otele övgüler yağdıran Fransız misafirlerden fırsat bulduğumuz kadar konuşabildik. Odalarda ve lobide gördüğümüz mobilyalar Autoban’ın yeni koleksiyonundanmış. Kitaplıktaki kitapların seçimine kadar her detayda bu iki inanılmaz kadının dokunuşu var.
Rakamlara gelince: The House Hotel’in 45 odası var. Şimdilik henüz otelin üç katı açık ve odaların tamamı dolu. Oda fiyatları 200 Euro’dan başlıyor. Daha açılır açılmaz yabancılar burayı istila etmiş durumda. Söylemedi demeyin, bu otel kendine has tarzıyla Nişantaşı’na eski havasını getirecek.

BODRUM’DA FIRTINALAR KOPTU
Hayır, cumartesi akşamı Sezai Taşkent ve Aytek Şavkan’ın verdiği Küba partisinden bahsetmiyorum. Yazın en güzel partisi Bodrum’da, Numarine’in Can Yalman tasarımı yeni teknesi 78’in tanıtımı şerefine Palmalife’ta yapıldı. Palmalife Mübariz Mansimov’un Yalıkavak’ta geçen yıl açtığı otel. İçinde New York’un meşhur İtalyan restoranı Da Silvano da var.
Salih Saka çaldı, plajda kumların üstünde çıplak ayak dans edildi. Arkada da Can Yalman’ın tasarladığı dev turuncu tekne müthiş bir fon oldu.

İŞTE BENiM ‘SURVİVOR’ MACERAM
Bodrum’dan sonra bir de ‘Survivor’ günlerim oldu. Hayır, Acun Ilıcalı’nın adasıyla bir ilgisi yok. Datça’nın arkasında ıssız bir koya gittim. Karadan ulaşım yok. Bir tekne gelip bizi alana kadar oradayız. Parti Ajanı’nın partilediği koy değil burası. Elektrik de yok, tesis de! Kaldığımız küçük evde tüpgazla çalışan, milattan önceden kalma gibi duran dev bir buzdolabı var. Buzdolabını açmak kolay değil, açınca da hiç oyalanmamak lazım. Yoksa ısınıyor.

Haberin Devamı

Telefonumu özledim
Plajda yüksek topuklarla dolaşanlarla hep dalga geçtim. Şimdi biri beni bu ‘Survivor’ halimle görse aynı şekilde dalga geçebilir. Hayır, topuklarla falan dolaşmıyorum. Öyle bavulla da gelmedim. Ama nedense Blackbbery ve iPad’imi elimden bırakamıyorum. Burada cep telefonları da iyi çekmiyor. İnternet tabii ki hak getire.
Bu arada yanımızda iki çocuk var. Biri üç, biri beş yaşında ve doğru tahmin ‘dadı’ yok. Çocuklar hiç durmadan koşuyor, biz de peşlerinden.
Bu zor şartlara rağmen buranın yerlileriyle taş fırında pizza yapmayı başarıyoruz. Biz pizza derdindeyken üstümüzden yarasalar geçiyor. Gece hava karardıktan sonra bir tek yıldızları seyredebiliyoruz. Yıldızları değil uçakları saymaya başlıyoruz bir süre sonra. Bana uçak indirme oyununu hatırlatıyor.
Üç gün tam anlamıyla kafa dinliyoruz. Telefon, internet, televizyon yok. Denizin dibi gözüküyor. Ufukta kimsecikler yok. Üç yaşındaki Kaan bir süre sonra ‘Eee, televizyon nerde?’ diye söylenmeye başlıyor. ‘iPad’in şarjı mı bitti?’ diye devam ediyor. Beni sorarsanız ondan bir farkım yok. İlkel hayata giderek daha çok alışsam da telefonumu ve bilgisayarımı çok özlüyorum. ‘Survivor’ hayatım bitip de Bodrum’a ayak bastığımda yeri öpebilirim.