‘Survivor: Ünlüler ve Gönüllüler’ başladığından beri bende bir ıssız adaya düşsem sendromu başlamış durumda. Bir yandan “Ne işleri var orada?” diye söyleniyorum, bir yandan da ben de kısa bir süre de olsa ıssız bir adaya gidip sıfırlanmak istiyorum. Sonunda yanıma mümkün olduğu kadar az şey alıp, Nihat Doğanvari “Memleketim burnumda tütüyor” şeklinde sayıklayabileceğim kadar uzak ve ıssız bir adaya gidiyorum. Az buz yol değil bahsettiğim. Bizim ‘Survivor’cıların adasına neredeyse birkaç kulaçla gidebilecek kadar yakınım.
Giderken hep aynı şeyi söylüyorum, “Ben Survivor oldum.” Büyük konuşmayacaksın işte, konuşunca başına geliyor. Daha dakika bir, gol bir. Havaalanına iner inmez her şey pasaport kontrolde başlıyor. Uzun bir uçuştan sonra, uçuşta aç da kalmanın etkisiyle sıcak ve nemli hava bana kötü geliyor. Başım dönüyor diyorum sonrası yok. Gözlerimi açtığımda nerede olduğumu bilmediğim bir yerde boylu boyunca yatıyorum, karşımda bana bakan bir sürü endişeli göz. Herkes aynı anda konuşuyor. Ben ne olduğunu geç de olsa anlıyorum. Küt diye düşüp bayılmışım. Düşerken de yüzümü, başımı yere çarpmışım. Aynı ‘Survivor’daki Taçmin gibi.
Önce doktor gelsin
Şimdi bu normal şartlarda bir şehirde olsa o kadar kötü değil. Ama ıssız bir adada, yavaş çekimde hareket eder gibi olan ada insanının yanında durum fena. Böyle bir yerde başınıza daha ciddi bir şey gelirse kurtulma şansınız yok.
Önce ıssız adaya benim gibi tatile gelenler arasından bir doktor müdahale ediyor, sonra ada insanı beni tekerlekli sandalyeye oturtuyor, sonra da ambulansın gelmesi dört gözle bekleniyor.
Bu arada tek iyi şey pasaport kontrolde sıraya girmeden, hiç beklemeden geçmek.
Ambulans geliyor, hemşire tansiyonuma bakıyor, sonra beni tekerlekli sandalyeden sedyeye bir bindiriyorlar -ki hiçbir şeyi olmayan bir insan bile bu aşamada beyin sarsıntısı geçirebilir. Bu arada ambulans ada insanından beklenmedik bir hızla yola çıkıyor, sedyeye bağlı olmasam bir o yana bir bu yana uçmak üzereyim. İçim dışıma çıkıyor. Ada insanı rahat, solda gördüğünüz ev, kilise ne bulursa turist rehberi şeklinde anlatıyor.
Yüzüm gözüm şişti
Hastaneye geliyoruz. Yüzüm gözüm şiş. Buz koymak istiyorum, şişi alsın, acım dinsin diye. “Tabii tabii” deyip susturuyorlar, “Zaten doktor görmeden olmaz” diyor içlerinden biri. Doktor gelene kadar adımı soyadımı yazmaları zaten o kadar uzun sürüyor -ki sonunda hastaneden kaçacak enerjiyi buluyorum. Kalsam da burada yapılacak bir şey yok, belli.
Şimdi önümde iki seçenek var, ya ilk uçakla İstanbul’a dönülecek, ya da planlanan ‘Survivor’ hayatına devam edilecek. İkincisi bana daha iyi geliyor, her açıdan. Bu kadar hevesle, heyecanla başlanan ada macerasından vazgeçecek değilim. Tabii bir de geri uçacak halim yok.
Pizza sayıkladım
Doktor ve hastanede umduğumu bulamadım. Kaldığım yerde eczane vs. medeniyete yakın bir şey de yok. Sadece dinlenerek iyileşeceğime bir şekilde inanıyorum, inanmak istiyorum. Ara ara başım döndükçe belli etmemeye çalışıyorum ama içten içe panik oluyorum. Denize güneşe baktıkça panik geçiyor.
Bu arada Acun’un ‘Survivor’ından farklı değil durum. Hindistan cevizi ve ananasla beslenmekten bir süre sonra ben de yarışmacılar gibi pizza sayıklamaya başlıyorum. Adanın ücra bir köşesinde Big Banana diye bir pizzacı olduğunu duyunca arabayla bir saatte bozuk yolları aşıyorum. Pizzacıyı bulunca nasıl mutlu olduğumu kelimelerle anlatmak mümkün değil.
Şimdi geri dönüşte şiş bir alın, mor bir göz, acıyan bir yüz ve tabii yaptırılması gereken bir sürü doktor kontrolü beni bekliyor. Hadi bakalım.
Gordon Ramsay’den sefertası
Dönüşte Londra’dan aktarma yapıyorum. Heathrow 5. terminale uzun zamandan beri ilk defa geliyorum. Benim gibi THY’ciler 3. terminalden uçuyor. 5. terminal British Airways’e özel, daha sakin.
Burada beni asıl tavlayan sakinlik değil, basit bir tabela, ‘Gordon Ramsay Plane Food’ oluyor. Şef Gordon Ramsay’in havaalanında hızlı yemek servisi yapan bir restoranı olması beni heyecanlandırıyor. Gerçekten süper bir hızla acaip yemekler geliyor, en azından havaalanı standartlarının çok ama çok üzerinde. Beni asıl heyecanlandıran bu değil tabii. Küçük kutuları var, içine seçtiğiniz 3 çeşit yemeği koyuyorlar. 12 pound’a (30 TL) Gordon Ramsay’in mutfağından yolluk alıp uçağa öyle binebiliyorsunuz. THY uçaklarında DO&CO standartlarına alışmış bizler için uçak yemeği sorun değil ama başka birçok havayolunda uzun uçuşlarda yemek sorun olabiliyor. İşte o yüzden Gordon Ramsay Plane Food sefertasları bence her havaalanına lazım.