Milano turumuza ‘I am Love’ filminin çekildiği Villa Necchi Campiglio’yla başlayıp Tom Dixon’ın sergisi ve yeni koleksiyonuyla devam ediyoruz
Villa Necchi Campiglio
Güne Villa Necchi Campiglio’da başlıyoruz. Mimar Piero Portaluppi’nin 1930’larda yaptığı, Tilda Swinton’ın başrolünde olduğu ‘I am Love’ filminin çekildiği müthiş ev. Tilda Swinton çekim için neden bu evi seçtiklerini anlatırken ‘biraz saray, biraz müze, biraz hapishane’ olmasından etkilendiklerini söylemiş. Evet, evde saray ve müze havası var ama hapishane olamayacak kadar huzur verici.
Evin sahiplerinin çocuğu yok. Ailenin son ferdi de hayatını kaybedince ev devlete kalıyor. Müzeye dönüştürülüyor ve olduğu gibi korunuyor. Hatta o kadar iyi korunuyor ki gardıroplardaki kıyafet ve aksesuarlardan çalışanların üniformalarına kadar her şeyi evde görebiliyorsunuz. Biraz vintage düşkünüyseniz 1930’lardan kalan çanta, şapka ve kıyafetler karşısında uzun zaman geçirmek isteyeceğiniz kesin. Evde kullanılan malzemeler de dikkat çekici.
Parkeler ve mermerler bile etkileyici. Banyolardaki küvetler ve yuvarlak
camlardan görünen manzara da
aynı derecede etkileyici.
“Evin en güzel yanlarından biri de hâlâ çok sık kullanılıyor olması” diyor bir ayağı Milano’da olan Ece Sükan. Gerçekten de birçok sergi düzenleniyor Villa Necchi Campiglio’da. Tasarım haftası için bahçeye şeffaf bir çadır kurulmuş, çadırın içinde farklı ülkelerden mimarlara İtalya’nın farklı bölgelerinden mimari eserler verilmiş ve o eserlerde kullanılan malzemeleri yorumlayarak kendi tasarımlarını yapmaları istenmiş. Fabrica ilginç bir sergi, ama Villa Necchi Campiglio kadar etkileyici olduğunu söyleyemeyeceğim.
Tom Dixon’dan moda tasarımı
Wallpaper’ın HTC için hazırladığı önerilerde sonraki durak, Leonardo da Vinci Bilim ve Teknoloji Müzesi. Burada Tom Dixon’ın sergisi var. Tom Dixon karşılıyor bizi sergiyi gezdirmek için. Önce Titanik gibi eski bir transatlantik geminin balo salonuna kuruluyoruz. Tom Dixon burada sergi hakkında bilgi veriyor. Biraz ürünlerini anlatıyor, biraz Adidas’la yaptığı işbirliğini. “Ben moda tasarımcısı değilim” diye başlıyor, Adidas için yaptığı koleksiyonun çok amaçlı olduğunu söylüyor. Duvara açık haliyle asılabilecek bir nevi dolaba dönüşebilen bir sırt çantasıyla başlamış. “Milano’ya ilk geldiğimde parkta bir bankta yatmıştım. Onu düşünerek hem gündüz işe gidilecek hem de tersini çevirip bankta yatabileceğiniz kıyafetler, paltodan uyku tulumuna dönüşen tasarımlar yaptım” diyor. Bu sırada Tom Dixon’ın üzerinde de Adidas için tasarladığı gri pantolon var, paçasını kıvırmış ve diğer yüzü olan mavi görünüyor. “Kıyafetlerden sonra Adidas için ayakkabı tasarımı yapmamak olmaz deyip ayakkabı da tasarladım” diyor. Kasım ayında satışa çıkacak koleksiyon arka planda bir trenle birlikte raylı bir sistemle sergileniyor.
Tom Dixon endüstriyel tasarımcı. Öyle Philippe Starck kadar medyatik de değil ama müzede Tom Dixon’la birlikte gezerken bir kez daha anlıyorum, Milano’da tasarımcılara popstar gibi davranılıyor. Sürekli birileri durdurup tebrik ediyor, hayranlıklarını dile getiriyor. Bizdeyse hâlâ tasarımcılar doğru dürüst tanınmıyor bile. Tom Dixon’la diğer sergileri de geziyoruz. Bir çalışma masası var, çekmecenin kulpu yerinde altın bir burun var. Kendisine ait olmamasına rağmen Tom Dixon aynı heyecanla bu sergiyi de anlatıyor. Bu arada fark ediyorum, Tom Dixon’ın altın burnu olmasa da altın bir dişi var. Hâlâ altın dişi beğenenler olduğunu görmek şaşırtıcı.
Sırada New York ve Hong Kong var
Wallpaper’ın HTC için tasarladığı uygulamada sadece anlattığım sergiler değil, şehrin en iyi dondurmacısından mutlaka görülmesi gereken mağazalarına kadar birçok detay yer alıyor.
Milano’dan sonra sırada New York ve Hong Kong var. Kimbilir, bakarsınız yakında Wallpaper ve HTC imzalı bir İstanbul uygulaması da olur. Android telefon kullananların sayısı bu kadar yükselirken, İstanbul giderek daha popülerleşirken böyle bir uygulama ne kadar güzel olur.