Otelimizin bulunduğu Melrose Arch, Avrupa şehirlerindeki ‘hip’ mahalleleri andırıyor.
Dünya Kupası için Johannesburg’dayım. Futboldan anlamam. Maçlar bahane, benim için amaç şehri gezmek. İşte en baştan başlıyoruz
Güney Afrika’ya gittiğimi duyan herkesten farklı yorum geldi. Özellikle yakın çevremdeki erkekler duruma bozuldu. Onlar dururken Dünya Kupası’nda benim ne işim varmış? Çok haksız da sayılmazlar. Futboldan anlamam. Ama konu seyahat olunca iş değişir. Her an her yere en pratik şekilde gitmeye hazırım.
‘İstikamet Johannesburg’ deyince herkes önce “Eyvah!” dedi. “En tehlikeli şehir, aman sakın tek başına sokağa çıkma” gibi anlamsız tepkiler geldi. Ben İstanbul’da hayatta kalmayı başarabilmiş biri olarak Johannesburg’dan korkmuyorum. Üstelik Dünya Kupası’nın sponsoru Emirates’in davetlisi olarak gidiyorum. Herhalde beni kurda kuşa yem etmezler. Üç Türk gazetecinin Zanzibar’da başına gelenleri de takip etmedim sanmayın.
Güney Afrika seyahati ile ilgili en güzel yorum beş yaşındaki yeğenim Sinan’dan geliyor: “Oraya kadar gitmişken bari Madagaskar’a da git.” Coğrafya bilgisini bir kenara bırakın, psikolojiden de anlıyor sanırım. Beni bir tek o çözmüş. Çocuk deyip geçmeyeceksin işte.
Sabah 3’te havaalanında masaj yaptırılır
Dubai üstünden Johannesburg’a uçuyoruz. Dubai’deki aktarma sırasında birkaç saat boş vaktimiz var. Sabahın üçünde havaalanındaki spa’da sırt ve ayak masajı yaptırararak uçak uykusuna hazırlanıyorum.
Uçakta yatak haline gelen koltuklarda mışıl mışıl uyuyorum. Zaten uzun uçuşlarda iyi bir yol arkadaşı değilim. Uçak daha kalkmadan uyurum. Arada uyandığımda Catherine Zeta Jones’un ‘The Rebound’ filmini izliyorum. Filmin bir bölümü İstanbul’da geçiyor. Bir sahnede Saadet Işıl Aksoy’u görünce gözlerime inanamıyorum. Gurur duyuyorum.
Los Angeles’ı andırıyor
Johannesburg’da havaalanına indiğimizde pasaport kontroldeki memurların sandalyelerinin bile zincirle bağlı olduğunu görüyorum. Herhalde çok hırsızlık oluyor diyorum. Duvarlardaki ‘Rüşvet isteyeni ihbar edin’ tabelaları da ilk izlenim için çok iyi değil.
İlk izlenim önemlidir. Bizi gezdirecek olan Soli de bunun farkında. Arabaya binip de malikane diyebileceğimiz evlerin dizildiği sokakları görünce kendimi Los Angeles’da gibi hissediyorum. Hava da Los Angeles’ın kışını andırıyor. Güneşli ama serin.
Nelson Mandela’nın evinin önünden geçiyoruz. Durmak istiyoruz ama “Durmak yasak’” diyor Soli. Bu arada Mandela’nın 92 yaşında olduğunu söylüyor. Hepimizin ortak tepkisi, “Hadi oradan” oluyor. Sonradan bakıyoruz Mandela gerçekten 1918 doğumlu.
En korunaklı bölge: Melrose Arch
Otelimiz Melrose Arch, aynı adı taşıyan son derece korunaklı bir bölgede. Burası pekala ABD ya da Avrupa’da bir şehir olabilir. Zincir mağazalar ve sokaklara taşmış kafelerle sarılıyız. Açık havada dev ekranlarda maçlar yayınlanıyor. Dünyanın her köşesinden maçı izlemeye gelenler var. Güney Afrikalılar daha çok kendi yaptıkları el işi objeleri satıyor ya da standlarda diğer Afrika ülkelerini tanıtıyor. Alışverişte pazarlık serbest.
Güney Afrika’nın şaraplarının meşhur olduğunu burada test edip onaylıyoruz. Beyaz şarapta daha başarılılar.
Melrose Arch Hotel, Güney Afrika’nın tek hip oteli. Her hip otelde olduğu gibi burada da asansör karanlık denebilecek kadar loş. Suç oranının bu kadar yüksek olduğu bir şehirde bu çok iyi bir fikir olmayabilir. Otelin ortadaki bahçesinde masalar havuzun içine kurulmuş. Yemek yerken ayaklarınız suyun içinde kalıyor. Odanın bir duvarında Botero’nun hırsızı olabilecek şişko bir adamın kasayı açarken resmi var. Resmi çekince arkasından kasa çıkıyor.
Asıl macera bugün (Cuma) başlıyor. Sabah aslanları seveceğimiz park, akşam İspanya-Şili maçı. Maçtan önce vuvuzela alınacak. Artık gürültüsüne alıştık mı ne? Gece bile vuvuzela sesiyle uyumak rahatsız etmedi. Siz bu satırları okurken ben dönüş yoluna geçiyor olacağım. Afrika maceralarının devamı için beklemede kalın.
Bir saatlik Bodrum uçuşuna 513 TL verilir mi?
Tam da buraya gelmeden önce Bodrum - Çeşme planları yapıyordum. THY İstanbul - Bodrum uçak biletleri 513 TL civarında. Hayır, business değil ekonomi fiyatı bu. Üstelik bazı uçuşlarda uçağın üçte biri business’a ayrılmış oluyor. Bu durumda bir saatlik uçuş için bir de business kazığı yiyorsunuz. Bu fiyata yine THY ile Londra’ya, Paris’e, hatta belirli zamanlarda daha uzak mesafelere de uçabiliyorsunuz. O zaman bir saat bile sürmeyen Bodrum uçuşunun dört saatlik Avrupa uçuşlarıyla aynı fiyatlara olması nasıl açıklanabilir?
Sezon kısaysa fiyatı yüksek mi tutmalı?
Bodrum ve Türkbükü’nde sezon kısa diye fiyatlar fahiş. Bu numarayı mekanlar yapıyor da koskoca THY de aynı şeyi mi yapıyor? Nedeni sadece bu olamaz. THY iç hat uçuşlarında başka şehirlere de bilet fiyatları pahalı. Diğer havayolları daha ucuz fiyatlara uçabiliyorsa THY neden böyle yapıyor? Hadi en önemli fark yemekleri diyelim. Evet DOCO’nun yemekleri çok başarılı. Ama bir saatlik uçuşta yemeğin ne önemi var? Üstelik son haftalarda gördüğümüz küflenmiş sandviç fotoğrafını da daha unutmadık. THY’den iç hat biletlerinin neden bu kadar pahalı olduğuyla ilgili bir açıklama bekliyoruz. Bakarsınız pasaport harçları gibi yakında bilet fiyatları da yarı yarıya iner.