Cumartesi:
Bülent Erkmen ‘Son İşler 2’: Bülent Erkmen’in işleri Milli Reasürans Galerisi’nde sergileniyor. Son gününde yakaladım. Usta bir grafik tasarımcısının afişlerine bakabiliyor, tiyatro oyununu da izleyebiliyor, en güzeli de tasarladığı müthiş kitaplarla istediğiniz kadar oynayabiliyorsunuz. Özellikle kitap sevenlerin çok beğeneceği bir sergi. Burada farkında olmadan saatler geçirebilirsiniz. Mutlaka görülmeli. Ne yazık ki sergi bu hafta sonu sona erdi. Ama bence Bülent Erkmen’in işleri daha çok kişi görebilsin diye başka bir yerde mutlaka tekrar sergilenmeli.
Park Hyatt Maçka Palas: Nişantaşı’nda kendinizi tatilde hissedeceğiniz tek yer burası. Malum Nişantaşı’nda belli bölgelerde yaşamak giderek zorlaşıyor. Haftada birkaç kere gezmeye gelmekle, her gün bangır bangır gürültü içinde yaşamak aynı tadı vermiyor. Elinizde market torbalarıyla kaldırımlarda eller havaya yapanların arasından geçmeniz gerekiyor zaman zaman. Şöyle bir nefes alacağınız, güzel ama sakin bir yer bulmak hiç kolay olmuyor. İşte o yüzden Park Hyatt Maçka Palas beni çok mutlu etti.
Eski Armani Caffe’nin bahçesinde, uzun ince havuzda yüzenlere nazır sakin bir yemek yiyip bahçede yayılabiliyorsunuz. Üstelik özel öğle menüleri var, bu set menülerin fiyatları başlangıç ve ana yemek 49 TL, tatlı da alırsanız 59 TL oluyor. Park Hyatt’ın steakhouse’u Prime’ın normal fiyatlarıyla uzaktan yakından ilgisi yok.
Bej: Karaköy’deki Bej’in açılışını hatırlıyorum, Kağıthane’nin ıvır zıvır ürünlerine bayılmış ve alışveriş yapmış, Lal Dedeoğlu yeni bir mekan açmış diye sevinmiş, eski Buz’a benzeyecek diye heyecanlanmıştım.
Bej geç keşfedildi. Bu yıl çok popüler oldu. Özellikle cumartesi akşamüstleri kimi ararsanız Bej’de bulmak mümkün. Bej’in önüne taşılması da yetmedi, yandaki geçit de tıklım tıklım oldu. Hatta bazen şarap kadehi bile bitebiliyor. O kadar dolu, o kadar popüler. Lucca’nın kalabalığının önemli bir kısmını da çalmış durumda, en azından cumartesileri. Eski Buz’u hatırlatması çok güzel. Ama hiç ummadığınız isimlerin süslenip püslenip Karaköy’e gelmesi tuhaf geliyor insana. İlk hevesini alanlar vazgeçtikten sonra Bej’de cumartesileri eminim daha da güzel olacak. Bej sonrası Maya ya da Karaköy Lokantası’na da gidilebilir.
Pazar:
Balıkçı Sabahattin: Hafta sonu Boğaz’da yürüyüş hattı çok kalabalık oluyor. Sanki amaç yürüyüş değil de birileriyle karşılaşmak, yolun ortasında durup uzun uzun sohbet etmek, görmek görünmek. Bir de Boğaz’a inmek için arabaya binmeniz gerekiyorsa yandınız, o trafik bitmek bilmiyor.
İşte o yüzden pazar günü farklı bir güzergahtayız. Hedef, Balıkçı Sabahattin. Teşvikiye’den yola çıkılacak, Cankurtaran’a yürüyerek gidilecek. Evet, itiraf ediyorum arada sayısını hatırlayamadığım kadar çok ezilme tehlikesi atlatıyorum. Evet, itiraf ediyorum daha Karaköy’de ‘Daha ne kadar yürüyeceğiz?’ diye söylenmeye başlıyorum. Ama yine de köprüye yaklaşınca manzara karşısında kayıtsız kalmak mümkün değil. Sabahattin’in mezelerini düşündükçe de ister istemez hızlanıyor insan. Sabahattin’e ulaştığımda iyice gö-züm dönmüş, iştahım açılmış oluyor. Midyeli pilava, fener kavurma-ya, Sabahattin salataya yumuluyorum.
Bu arada İstanbul’da gördüğüm en iyi servis elemanları Balıkçı Sabahattin’de. Güleryüzlüler, vızır vızır çalışıyorlar, bir de üstüne İngilizce, İtalyanca konuşuyorlar, süper aksanla. Daha ne?
Mia Mensa: Boğaz hattından şaşmayanların klasik adresi Mia Mensa. Yerine söyleyecek bir şey yok. Menü beni biraz yoruyor. İtalyan, Çin lezzetleri havada uçuşuyor, seçim yapmak zorlaşıyor. Ama sırf ahtapot carpaccio için bile gidilir.
Pazar günleri brunch’da latin jazz, cumartesi günleri ise 16.00-18.30 saatlerinde ‘Soulful house happy hours’ var.