‘Bence Vögh...’ Siz onu Vogue reklamlarındaki bu iki kelimeyle hatırlıyor olabilirsiniz ama Hüseyin Çağlayan aslında çok başka bir boyutta. Sadece markası ve kıyafet tasarımlarıyla değil bir sanatçı olarak da yaptığı işler, video ve enstalasyonlarıyla da ses getiriyor.
Şimdi daha da gündemde olmasının birkaç nedeni birden var. Önce Paris’te Les Arts Decoratifs’de kasım ayına kadar devam edecek bir sergisi var. Ocakta daha genç ve hesaplı bir line’la karşımıza çıkmaya hazırlanıyor. Bunun için kendi internet mağazasını da kuruyor. Sonra üç yıldır üzerinde çalıştığı Hussein Chalayan kitabı bu hafta yayımlanıyor. Aynı zamanda, parfümlerine bayıldığımız Comme des Garçons ‘Chalayan’ isimli bir parfüm çıkarıyor Hüseyin Çağlayan şerefine. Bütün bunlar olurken o son derece sakin ve mütevazı. Hatta “Ünlülerin parfümleri çıkınca onlar gibi kokmak için parfüm alanlar olur, benim parfümümü alan benim gibi kokmayacak” deyip gülüyor, “Ben parfüm bile kullanmam.”
“Türküm, burada yabancıyım”
Karşımda Hüseyin Çağlayan var. Dev bir konferans salonunda toplanmış onu dinliyoruz. Victoria&Albert Müzesi’ndeyiz. Çoğunluk moda tasarımı öğrencilerinden oluşuyor. İlk izlenim, Hüseyin Çağlayan çok zeki ve ayakları yere basıyor. Klasik yaratıcı insan tanımını bozuyor. Her şeye son derece hakim.
Kendini anlatarak başlıyor. “Farklı hikayeler anlatıyorum defilelerimde, farklı kültürden geliyorum. Kıbrıslı Türk’üm, savaşla bölünen bir Ada’dan geliyorum, Müslümanım ama laik yetiştirildim. Kendimi Türk olarak görüyorum. Londralıyım aynı zamanda ama İngiliz değilim.” Onun yerinde kim olsa, daha çok prim yapmak için Londra’daki konuşmada kendini daha farklı tanıtabilir. O olduğu gibi.
Markası neden Chalayan oldu?
Markası kısa bir zaman önceye kadar Hussein Chalayan’dı, artık sadece Chalayan’la devam ediyor. “Neden?” diye sorulduğunda cevabı net, “Daha çağdaş olduğunu düşünüyorum. beni tanımayan pazarlarda daha rahat hatırlanabileceğine inanıyorum.” Hemen arkasından da ekliyor, “Geldiğim kültürden utanmıyorum. Hayatta hiçbir şey o kadar siyah beyaz değil.”
Konu nelerden ilham aldığına geliyor. “Kendimi burada yabancı hissetmek bana ilham veriyor, ama bazen de çok zor” diyor. Kendisini tasarımcıdan çok iletişimci gibi görüyor. Sanat ve modayı birbirinden ayırmıyor. Bir tasarımcı olarak sıfatlara sıkıştırılmak istemiyor, “Sadece konseptler değil, pantolon popoyu iyi gösteriyor mu da önemli bizim için” diyor. Bir ceket için yüzlerce çizim yaptığını anlatıyor.
Her şeyin bir nedeni var
Peki ama bu kadar rakibin arasında nasıl ayakta kalıyor? “Kendimi yeniliyorum. Bu işin en zor yanı deadline’lar ve para sıkıntısı” diyor. “Bunun için TSE, Aspreys gibi markalarda danışmanlık yaptım ve şimdi de Puma’da kreatif direktörlük yapıyorum” diye ekliyor.
Birkaç yıl önce Gucci Grubu, markasını satın almak istediğinde ve sonra vazgeçtiklerinde çok üzülmüş. Ama her şeyin bir nedeni olduğuna inanıyor. “Kendi kendimin patronu olmaktan memnunum” diyor. Bazı konularda fikrinin değiştiğini de anlatıyor. “Eskiden ünlüler kıyafet yapmıyordu, başta ünlülerin tasarım yapmasına karşıydım ama şimdi zevk sahibiyse ve iyi yapıyorsa neden olmasın diye düşünüyorum” diyor.
“Adımı google’lamayı bıraktım”
Konu dijital medyaya gelince “Dijital medya her şeyi değiştirdi” diyor. Facebook, Twitter gibi sosyal medyaya “Sosyal pornografi” diyor.
Konu moda bloggerlar’ına geliyor, “Onlar dünyayı yönetiyor” diyor. “Yaşları küçüldükçe daha da ürkütücü oluyorlar, 12 yaşındaki bloggerlar gerçekten ürkütücü.” Sinirlerini bozmamak için blogları asla okumuyor. Sosyal medyayla ilgili son noktayı koyuyor, “Artık kendi adımı bile google’lamıyorum.”