Üç günlük Hindistan yolculuğunu anlatmaya başlıyorum. Yarın detaylı bir şehir turuyla devam edeceğiz
Hindistan izlenimlerimi bildirmek için sabırsızlanıyorum, ama üç gündür 09.00-24.00, 45 derece sıcakta koşturuyorum. Görülmedik tarihi yer, tapınak, camii kalmadı. Kaldığım otelde kahvaltı salonunun ötesine gidemedim bile. Son güne arabayla 5 saat gidiş, 5 saat dönüşlük bir Taj Mahal gezisi bile sıkıştırdım. Şu anda saat 04.00 ve havaalanına gitmek üzere yola çıkıyorum. Bugünlük ilk görüşte ne hissettiğimle başlayalım, yarına sıkı bir Hindistan turuyla devam edelim.
* Hindistan’a gelmek için en kötü sezon. Hintler’den en sık duyduğum cümle. Hava 45 derece, okullar çoktan tatil olmuş. Bu tarihte yabancı turist sayısı parmakla sayılacak kadar az. Şimdi yerli turistin gezme zamanı.
* “Hindistan çok pis, aman yediğine, içtiğine, giydiğine dikkat et” diyenlere: Delhi bence İstanbul’dan çok da farklı değil. Kontrastların şehri. Bir yanda müthiş bir varlık, bir yanda korkunç bir yokluk. Bazı yerler bal dök yala, bazı yerler pislik içinde. * Hindistan’daki otellerin ne kadar lüks olduğuna
şaşırmamak elde değil. İlk başta acaba sokaklarla çok büyük tezat içinde olduğundan mı bana böyle geliyor diye düşünüyorum ama tek neden bu olamaz.
* Yemek olayına gelince yeni tatlara açıksanız ve baharat seviyorsanız yaşadınız. Sırf Türk yemeği sevenleri bile mest edecek bir sürü ortak yemek var. Bkz. Kebap. “Sadece otel restoranlarında yenir, dışarıda sakın bir şey yemeyin” diyenlere inanmayın. Bizim bünyeler sağlam, öyle Amerikalı, Avrupalı gibi değiliz. Hijyen takıntımız yok.
* Burada arabaların arkasında “Horn please” (Korna çal lütfen) yazıyor. Korna önemli bir iletişim aracı. Trafik kavşaklarda sıkışıyor, herkes birbirinin üzerine arabayı sürüyor. Bu manzara bir tek bana mı İstanbul’u hatırlatıyor? Kavşaklarda araba kazaları ramak kala korna sayesinde önleniyor.
* Herkes İngilizce konuşuyor, bazılarının aksanlarını anlamakta zorluk çekiyorsunuz ama olsun. İngilizce’yi okulda değil, televizyondan, gazeteden, dergilerden, kitaplardan öğreniyorlar önce. Halk daha çok kitap okusun diye kitaplara vergi uygulanmıyor. Kitapların çoğu İngiltere’den geliyor, fiyatları İngiltere’den bile ucuz. Her yerde bir kitapçıya rastlamak mümkün.
* Bütün kadınlar rengarenk giyiniyor, takıp takıştırıyor. Küçük kız çocuklarının bile gözlerine sürmeler çekiliyor. Daha 4-5 yaşlarındaki kızların bile burunları delik, kulakları küpeli, ayak parmaklarında bile yüzükler var. Onların yanında çok sade kalıyorum. Onlara baktıkça insan rengarenk giyinmek ve süslenmek istiyor.
* “Yollar çok kötü” diyenler şimdi şaşırıyor çünkü son üç yılda Delhi’de büyük değişiklik var. Olimpiyatlar şehrin çehresini değiştirmiş, en azından yerliler öyle diyor. Pırıl pırıl yollar yapılmış.
* Sadece yollar da değil, belirli semtlerde kentsel dönüşüm projeleri de gerçekleştiriliyor. Ayrıca hayat giderek şehir dışına kayıyor. Trafikten ve kalabalıktan kaçmak isteyenler şehir dışında yeni oluşan bölgelerde yaşıyor.
* Toplu taşımada başarılılar. Şehre tepeden bakan bir gökyüzü metroları olmasına rağmen yeni gelen klimalı otobüsleri daha çok seviyorlar. Klimalı otobüsle klimasız otobüs arasında 5 kat fiyat farkı olmasına rağmen.
* Delhi, Londra gibi bir parklar şehri. Şehrin her yanında yemyeşil parklar var. Özellikle Lodhi Gardens görülmeye değer.
* Bizde sokaklarda, parklarda kediler köpekler dolaşıyor, burada köpeklere may- munlar, sincaplar, hiç görmediğimiz tür kuşlar eşlik ediyor.