Hiç tanımayanlar bile onu anmak için Apple mağazalarında toplanıyor, Twitter kitleniyor. Bir popstar ya da devlet lideri değil. Peki ama Steve Jobs’un ölümüne neden bu kadar çok üzüldük?
Çok üzgünüm. Hem de hiç tanımadığım, hiç karşılaşmadığım ve hiç konuşmadığım biri için. Onun ölümü hepimizi sarstı. Nasıl sarsmasın? Önümüzde MacBook’lar, elimizde iPhone’lar, yanımızdan ayırmadığımız iPad’ler, bir kenara attığımız iPod’larla öylece duruyoruz. Apple TV’yi de unutmamak lazım. Evet, o hayatımızı değiştiren her şeyi yeniden tasarladı. Hepimize sevdirdi yeni hallerini. Ama sadece bu yeterli mi hiç tanımadığınız bir insanın arkasından bu kadar üzülmek için?
Hayat hikayesi filmlerden sarsıcı
O, bir ilham kaynağıydı. Hepimizin öyle olmak için can atacağı kadar yaratıcı ve üretkendi. Zor bir hayatı olmuştu aslında. Eğitimlerinden, gençliklerinden taviz vermeyen anne-baba onu evlatlık vermişti. Tamam, iyi bir aileye emanet etmişlerdi. Ama yine de insan kendisini doğar doğmaz başkalarına veren anne-babanın sonra evlenip de bir kız çocuk (Mona Simpson) dünyaya getirdiğini öğrenince bozulmaz mı? Kız kardeşiyle yıllar sonra yakınlaştı, öz annesiyle görüşmeye başladı ama öz babasını asla affetmedi. Bu geçmişi düşününce Hindistan’a gidişi, arayışları, Budist oluşu, LSD hakkındaki görüşleri gayet anlaşılır.
Onu bu kadar özel yapan sadece yarattığı marka değildi aslında. O markadan kovulmuş, başka şeyler de yapmış, sonra yine geri çağrılmıştı. 2004’te başlayan pankreas kanseriyle mücadelesi de başlı başına bir şeydi. Evet, maddi imkanlar varsa bu mücadeleler bazen, her zaman değil, daha uzun sürebiliyor. Normalde beş ayda öldüren pankreas kanseriyle yedi yıl yaşadı. Alternatif tıptan da faydalandı, medikal tıptan da. Bu arada hep aynı şeyi söyledi, “Ölüm yaşamın en güzel icadıdır.” Ama o, karaciğer nakli geçirdiğinde de, pankreas kanseri ilerlediğinde de çalışmaya devam etti. “Bırakmam gereken zamanı ben bilirim” dedi ve işte gerçekten de bildi.
Ağustos’ta kendi isteğiyle yılda 1 dolar maaşla yürüttüğü CEO’luk görevinden istifa etti. Şimdiye kadar çoktan vazgeçebilirdi. Tahmin edemeyeceği kadar başarılı olmuş, beklemediği kadar para kazanmış, sevdiği bir aile kurmuştu. Ama bazı şeyler insanı derinden etkiliyor işte, nasıl öz anne-babası onu istememişse, o da kız arkadaşının doğurduğu ilk çocuğunu, kızını, önce kabul etmedi, sonra etmek zorunda kaldı. Gerçek hayat hikayeleri bazen filmlerden bile sarsıcı olabiliyor. Filmde izleseniz “Yok artık, bu kadar da abartılır mı?” denilen şeyler pekâlâ gerçek hayatta olabiliyor.
Ne kadar çaresiz olduğumuzu gösterdi
Yine de biz ona ne acıklı hayat hikayesinden, ne çok zeki ve başarılı olmasından, ne de sadece yarattığı markayla ürünlere bayıldığımızdan üzülüyoruz. Daha çok bize ne kadar çaresiz olduğumuzu gösterdiği için üzülüyoruz. Steve Jobs kadar zeki, başarılı, üretken, yaratıcı, zengin biri bile tüm imkanlara rağmen 56 yaşında bu hastalığa yeniliyorsa, bir de bizi düşünün. Hiç şansımız yok. Hadi o, en azından yaptıklarıyla yaşayacak. Bir çığır açmış biri olarak hatırlanacak, vakıflarla, projelerle yaşatılacak. Peki ya biz? Her geçen gün ilerleyen imkanlara rağmen hâlâ hepimiz bazı şeyler karşısında çaresiziz. İşte bunun için bu kadar üzülüyoruz, ağlıyoruz. Yapacak bir şey yok. Böyle acı kayıplarda aslında en değerli şeyin sağlık olduğu bir kez daha anlaşılıyor. Ne olursa olsun, söylenecek en doğru şey, “Sağlık olsun!”
* Üzgünüm