Enerjinizi yükseltmek istediğiniz zaman gidebileceğiniz en iyi yer Kapalıçarşı. Çarşıda bol kahveli küçük bir geziye çıkıyoruz
Doğum günü sabahımda oturmuş yazı yazıyorum. Her telefon çalışında sevinerek açıyorum. Sonu hüsran, gelen cazip tekliflerde aklım kalarak “Yazı var, sonra konuşuruz” deyip konuşmaları kısa kesiyorum. Astrolog Susan Miller’a göre bu hafta sonu benim gibi Koç’lar için yılın en güzel hafta sonu olacaktı. Hastalıklar ardı ardına geldi, bu hafta nasıl geçti onu bile anlamadım. Astrolojiye de Susan Miller’a da olan inancım bir kez daha sarsıldı. Olsun. Böyle bir şeyler ters gittiği zaman, biraz enerji yükseltmek istediğinizde bana göre gidilebilecek en güzel yer, Kapalıçarşı. İşte o yüzden cumartesi bütün gün Kapalıçarşı’daydım. Susan Miller’ın dediği kadar günü güzel geçirmeye kararlıydım.
Tahtakale geçilmez
Trafiğe girmemek için Mısır Çarşısı’ndan başlıyoruz, Tahtakale’ye varınca, elimde değil, her dükkanın içine girmek istiyorum. Bir altın görünümlü plastik bilezikler çıkmış, uzaktan bakınca altın olmadığını anlamanız mümkün değil. Tanesi
3 lira, biraz pazarlıkla 2 liraya da iniyor. Üstelik birçok farklı modeli de var. Tahtakale’de boncuklar, mercanlar, turkuazlar arasında kayboluyorum. Dışarıda nasıl bir kalabalık var, o kalabalığı yararak yürüyorum. Mahmutpaşa’da gelinlikler, nişanlıklar arasında ilerliyorum. Sonunda Kapalıçarşı’dayım.
Havuzlu’da yemek molası
Çarşıya ulaşana kadar öğle yemeği vakti geliyor. Bu durumda Havuzlu
Restaurant’a atıyorum kendimi. Günlük yemeklerin sergilendiği vitrinin önünü Arap turistler işgal etmiş. Ellerinde cep telefonları, kameralar yemeklerin videosunu çekiyorlar. Belli ki vitrinin önünden çekilmeye hiç niyetleri yok. Açlıktan gözüm dönmüş, hipoglisemi tavan yapmış, vitrine bakamadan siparişi veriyorum. Üstüne de bir Kapalıçarşı ritüeli olan sade Türk kahvesini içip Kapalıçarşı’da kaybolmaya başlıyorum. Kürkçüler Çarşısı’na gidiyorum. Koç Deri, Punto derken ağzım açık, çanta vitrinlerine yapışıyorum.
Sonunda hap kadar bir dükkanda, Cümbüş’te, inciler arasındayım. Bütün gün burada kalabilirim. Kolyeleri takıp çıkarıyorum. Kahve üstüne kahve içiyorum. Bir yandan pazarlık yapıyorum, bir yandan da nasıl tatlı bir sohbet var, anlatamam. Bırakın alışverişi, sırf sohbet için gelip burada saatlerce oturabilirim. Bir Kapalıçarşı klasiği olan “Al, eve götür, beğenmezsen geri getirirsin” cümlesini bir kez daha duyup, yine ilk duyduğum zamanki kadar mutlu oluyorum. Çarşıdaki güven iyi hissettiriyor.
Sivaslı İstanbul Yazmacısı’nda kimlerle karşılaşabilirsiniz?
Sonra sırada Yağlıkçılar Çarşısı var. Necdet Danış’ın Sivaslı İstanbul Yazmacısı’nda kumaşları didikliyorum. İkatların renkleri de desenleri de müthiş. Boşuna Jean Paul Gaultier’den Dolce & Gabbana’ya birçok moda tasarımcısı buradan alışveriş yapmıyor. Dönüşte Ethnicon ve Dhoku’da kilimlere bakıyorum. Sık sık kayboluyorum, her kaybolmada başka bir şey keşfedip hiç hesapta olmayan dükkanları geziyorum.
Her zamanki gibi saat 19.00 oluyor, dükkanlar kapanıyor. Beni bıraksanız daha saatlerce Kapalıçarşı’da kalabilirim, hap kadar bir dükkanda üst üste 5 Türk kahvesi içip, çarpıntıdan ölsem de oturabilirim. Kapalıçarşı benim için her şeyden uzaklaşmak istediğinizde keşfe çıkılacak başka bir dünya. Sadece çarşının değil, çarşıda çalışanların da enerjisi yüksek. Kapalıçarşı’dan çıkarken etrafa fıldır fıldır bakmaktan ve sokakları fellik fellik aramaktan ne kadar yorgun düşmüş olursanız olun, yine de bu yüksek enerjiden nasibinizi alıyorsunuz.