Pazartesi günü bir son dakika kararıyla Deep Purple konserine gittim. Berlin’deki U2 konserine giden ve oradan canlı telefon bağlantısıyla konseri bana ballandıra ballandıra anlatan arkadaşlarımdan mı etkilendim bilmiyorum.
Deep Purple konserine gitmek istediğimi ilk söylediğim kişiler “Sen ve Deep Purple, nasıl yani?” dediler. İstiyorum işte deyip konuyu kapattım.
Hemen Mehmet Tez’i aradım. Müzik, konser deyince başka uzman tanımam. Onun tepkisi önemli. “Yaşlandılar ama gidilebilir” dedi ve beni destekledi.
Trafiğe girmemek mümkün
Şimdi ilk engel Kuruçeşme Arena’nın trafiği. Herkes şikâyetçi. Artık trafiğe girmemek için şehirde nasıl organize olunur, iyi biliyorum.
İş çıkışı doğru Aşşk Kahve’ye gidiyoruz. Bizim gibi yapan çok. Konser kalabalığından yer bulamayınca hemen yandaki Mia Mensa’ya geçiyoruz. Birkaç saat sonra da konser...
İçeri girdiğimde Deep Purple pijamalarıyla sahnedeydi. Arena kalabalıktı. Mehmet Tez bile sahne önündeki kalabalığa girememişti. Arkalarda itiş kakış olmayan bir yerde olan biteni izlemeye başladık. Arena’nın güzelliği, Boğaz, tekneler, insanlar gibi sahne dışında da izleyecek ve üstüne yorum yapacak çok şey var. Bu kadar genç bir kalabalık beklemediğimizden sigara yasağına konudan konuya atladık.
Deep Purple süper değildi. Konser beklediğimizden çok erken bitti. Ama Arena çok güzeldi. Burada her konseri izleyebileceğimi bir kez daha anladım. Eski Rumelihisarı konserlerinden sonra şimdi en güzel konser mekânı Kuruçeşme Arena. Tam konser bahane, Arena şahane durumu söz konusu. İster sahne önünde kalabalığa karşıyorsunuz, ister denize nâzır bir köşe seçiyorsunuz, ister barda içkinizi yudumluyorsunuz. Tamamen serbestsiniz.
Trafik de o kadar korkunç değil. İş yeri Bağcılar’da evi karşıda olan biri olarak ben o trafiğe trafik bile demem. Zaten karşıya geçenler için Arena’nın tam önünden Üsküdar ve Kadıköy’e motor seferleri de var.
Biz hızımızı alamadık. Ortaköy’e yürüdük, geceye orada devam ettik. Trafiğe hiç karışmadan. Bundan sonra Arena’da ne konseri olsa giderim.
Yeşilköy’de Airport Hotel’de ne işim var?
Geçenlerde kocam tutturdu, bu akşam Airport Hotel’de kalalım diye. İnsan evinin olduğu şehirde neden otelde kalır? Romantik bir plan varsa ya da sarhoş olup da eve gidecek hal yoksa anlarım. Ama bizim durum farklı.
Kocam 18.00’de Atatürk Havalimanı’na inecek, ertesi sabah 06.00’da yine uçağı var. İstanbul’da yaşayan herkes gibi o da trafiğe girmek istemiyor. Bana da havaalanına gitmek ve geceyi Aiport Hotel’de geçirmek kalıyor.
Kime anlatsam kısaca “Yuh!” dedi. Bana nedense eğlenceli geldi.
Airport Hotel hiç beklediğim gibi değildi. Pistin yanıbaşında, bol uçak manzaralı olmasını bir tarafa bırakın, 5 yıldızlı bir otel havasındaydı.
Otele yerleştikten sonra Flyinn’e gittik, Michael Mann’ın filmi Halk Düşmanları’nı izledik, Johnny Depp’i bir kez daha takdir ettik. Sonra da otele döndük. Bizden başka Türk müşteri görmedim.
Sabah taksiyle işe gelecektim. Dediler ki, otelin araba servisi var. Siyah bir Vito geldi, şaşırdım, minibüse kuruldum. İlk kez keşke yolum daha uzun yolsaydı dedim.
Koca İbiza’ya tatile yollanır mı?
Şimdi gelelim asıl mevzuya. Sabah 6’daki uçağın nereye gittiğine... İbiza... Ve hemen arkasından gelen cümle “Koca İbiza’ya tatile yollanır mı?”
Geçen yaz ne kadar çok konuşulmuştu sevgililer ayrı tatil yapar mı, sonu ayrılık olur diye.
Ben buna hiçbir zaman katılmadım. Her zaman ayrı tatile çıkılabilmeli dedim. Demez olsaydım. Şimdi kocam erkek erkeğe İbiza’ya tatile gitti. Hem de bir bekarlığa veda partisi nedeniyle.
Ben gitsinler, eğlensinler havasındaydım. Sonra bir de baktım ki herkes garip karşılıyor. ‘Ayy insan kocasını İbiza’ya tatile yollar mı hiç?’ Son günlerde en sık duyduğum cümlelerden biri bu.
Neyse sonunda döndü. Her tatil dönüşü olduğu gibi bu sefer de ilk cümlesi “Çok yorulduk” oldu. Benim son sözüm ise “Bir daha yollar mıyım, bilmiyorum.”