‘Bugün Ne Giysem?’ yarışmacıları, marka peşinde kıyafetlere para saçarken, bir Hollywood yıldızı kırmızı halıda H&M’in 70 euro’luk ‘doğa dostu’ kıyafetini tercih ediyor
Kırmızı halıya en lüks modaevlerinin haute couture elbiselerinin damga vurmasına alışığız. Ödül törenine giyilecek elbiseyi seçmek için ne kadar emek harcandığını ünlüleri giydiren Rachel Zoe’nun şovunun bir bölümünü bile izleyenler bilir. Hollywood yıldızları bu törenlerde giyecekleri kıyafetleri ince eleyip sıkı dokuyor, çünkü biliyorlar ki bu törenler onların kariyerlerinde çok önemli anlar ve o sırada çekilen fotoğraflar sık sık karşılarına çıkacak.
Durum böyleyken Londra’daki BAFTA (İngiliz Film Akademisi) ödüllerine Michelle Williams’ın H&M kıyafetiyle katılması büyük ilgi çekti. Malum, Michelle Williams ‘Marilyn’le bir hafta’ filmiyle Oscar’a da aday. Kariyerinin bu kadar önemli bir senesinde ödül töreninde H&M giymesi önemli. Tamam, teklif H&M’den gelmiş. Kıyafetin benzerinin, markanın nisan ayında satışa çıkacak ‘Doğa Dostu /Conscious’ koleksiyonunda satılacağı açıklanmış. Koleksiyonun özelliği geri dönüştürülmüş materyallerden oluşması. Fiyatı da ‘Bugün Ne Giysem?’ yarışmacılarının giydiklerinden çok daha makul. Altın görünümlü organik pamuk üst 39.95 euro, geri dönüştürülmüş polyesterden yapılan siyah etekse 29.95 euro.
Michelle Williams istediği her tasarımcıdan giyinebilecekken H&M’i tercih etmiş. Belli ki kendine bir misyon edinmiş. Dünya böyle çevresel ve ekonomik krizi bir arada yaşarken “Tutumlu olalım, gereksiz tüketmeyelim” demek istemiş. Giydikleri çok da yakışmış. Umarım mesajı da yerine ulaşır.
10’uncu yaşa yenilenerek girdi
The House Cafe, bu yıl 10’uncu yaşını kutlayacak. Artık bir zincir oldu. Ama açıldığı günden beri The House Cafe’ye gidenler için hâlâ Teşvikiye Atiye Sokak’taki orijinalinin yeri ayrıdır. Orada birbiriyle tanışıp, arkadaş olanlar, sevgili olanlar, hatta evlenenler bile oldu. Orası bir kafe gibi değildi, bir müdavim mekanıydı, herkes birbirini tanırdı, tanımadıklarınızla da tanışırdınız. Bir süre sonra The House Cafe Corner bayrağı devraldı. Müdavimler Corner’a doluştu. Bu arada Atiye Sokak’taki biraz ihmal edildi. Şimdiyse durum değişti.
Cumartesi itibariyle The House Cafe Teşvikiye, baştan aşağı yenilenerek açıldı. Dekoru da, akşam mönüsü de değişti. Ortasına kocaman bir şömine geldi, akşamları alıştığımız mönü yerine, tapasları andıran tadımlık ağırlıklı bir mönü hazırlandı. Bir bar eklendi. Arkaya bir kış bahçesi yapıldı. Üstü açılır-kapanır tavanı var. Çok yakında da eski yazlıkları andıran, özlediğimiz bahçesine kavuşacağız. Ben bu halini çok sevdim, zincirin her halkasının aynı olmaması da ayrıca iyi geldi. Bir an önce görmenizi tavsiye ederim.
Dipsiz kuyu: Bira
Pazartesi akşamı Banu Birkan’la La Brise’deydik. La Brise, Asmalımescit’te bir brasserie. Ev sahibi Teoman Hünal. Teoman Hünal’ı The North Shields publarının kurucusu olarak tanıyoruz. O kendisini viski ve biraya kafayı takmış biri olarak tanımlıyor. Brasserie’nin Fransızca bira fabrikası anlamına geldiğini anlatıyor. Bizdeyse brasserie’nin bir çeşit restoran sanılmasından ve çoğunda tek çeşit bira satılmasından şikayetçi. Gecenin amacı Türk Tuborg’un Türkiye’ye yeni getirdiği biraları tatmaktı. Hoegaarden ve Corona Cerveza’yla başlandı, Leffe Blonde ve Leffe Brune denendi, arada Tuborg Gold içildi, finalse Guinness’le yapıldı. Favorim Leffe Blonde. Sarışının adı, esmerin tadı sözünü çürütüyor. Bunda meyve aromalarından etkilenmiş ve tatlı olmasının da etkisi var.
Beni en çok etkileyense biranın ne kadar köklü bir geçmişe sahip olduğunu görmek. Örneğin Hoegaarden 1440’lardan beri var olan Belçika tipi bir beyaz bira. Guinness ise 1759’dan beri Dublin’de üretilen Stout tipi bir bira. Hepsi her yerde kendi özel bardaklarıyla içiliyor.
Teoman Hünal’ın kızı, şef Esen Hünal Blake her biranın tadına yakışacak özel yemekler de hazırlamış. Meğer bira da şarap gibi bir dipsiz kuyuymuş, daha öğrenecek çok şey varmış.