Çağdaş Ertuna

Çağdaş Ertuna

cagdas.ertuna@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Geçen haftadan sonra bir süre modayla ilgili hiçbir şey görmek ya da duymak istemiyorum. Sadece ben değilim, bu ruh halinde olan, moda haftasına katılan herkes aynı hisler içinde. Yine de moda haftasının daha önceki organizasyonlara göre çok daha başarılı geçtiğini söylemeden geçmeyelim.
Bizdeki en büyük sıkıntı herkesin kendisini fazla önemsemesinden kaynaklanıyor. Elinde davetiye ya da VIP kartı olan herkes canı ne zaman isterse defilelere girebileceğini zannediyor. Kendinde bu hakkı görüyor. Hatta defile başladıktan sonra bile içeri girmek için kıyamet koparıyor.
Halbuki defile dediğin şey zaten 15 dakikada bitiyor. Başladıktan sonra girmenin de bir anlamı kalmıyor. Geç kalınca geç kaldığını kabul edip çekilmek gerekiyor ki bu bizde hiç olmayacak bir şey gibi.

Haberin Devamı

Balıketi görünüm geri döndü
Defilelerden sonra aklımızda en çok kalan şey podyumdaki balıketli mankenler oldu. Başta eleştirdik ama sonra hoşumuza da gitti. Atıl Kutoğlu defilesi için podyuma çıkan Alexandra Richards (kendisi Keith Richards ve Patti Hansen’in kızı oluyor) için Avusturya gazetesi Kurier “Sonunda balıketi görünüm podyumlara geri döndü” diye başlık atmış. Alexandra’nın ‘love handle’larına bakınca insanın içine su serpiliyor.

Modayla bir süre vedalaşalım

Pera Palas’ın dönüşü
İTÜ Taşkışla’nın moda haftasına çok yakıştığını yazmıştım. Bu haftaya en çok yakışan parti mekanı ise kesinlikle Pera Palas oldu. Yenilenen oteli Vogue’un partisiyle açtık. Güzel binaları iyi ışıklandırmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördük. Pera Palas yeni haliyle Paris Moda Haftası’nın meşhur davet mekanı Hotel de Crillon’a bile fark atıyor.

Fashionable İstanbul Ekim’de!Purple Fashion’ın editörü Olivier Zahm kendisini defilelerden daha çok İstanbul’un etkilediğini söylemiş. Şehrin enerjisini New York’a benzetmiş.
İstanbul’da şubatta moda haftası olup olmayacağı ise henüz belli değil. Ama ondan önce bir moda etkinliği daha var burada.
Moda haftası bitiyor diye üzülenlere, bir haberle bitirelim. Geçen hafta Fashionable İstanbul’u düzenleyen Hakan Baykam ile tanışma şansım oldu. Fashionable İstanbul bu yıl Ekim’de yapılacak. Kimlerin defileleri olacağı ise çok yakında açıklanacak.

Haberin Devamı

Modayla bir süre vedalaşalım
Mutlaka izlenmesi gereken bir film: ‘The Joneses’
Apple TV olmasa bu filmden belki de haberim bile olmayacaktı. ‘The Joneses’ mutlaka izlenmesi gereken bir film. Tam da içinde yaşadığımız dönemin sorunlarını anlatıyor.
Dört kişilik bir Amerikan ailesinin varlıklı bir mahalleye taşınmasıyla başlıyor. Aile fertleri sürekli yeni ürünler kullanıyor ve bu ürünleri yeni çevrelerine hiç çaktırmadan tanıtıyor. Ürünler kulaktan kulağa yayılıyor ve satışlarında inanılmaz artışlar oluyor.
Jones’lar gerçek bir aile bile değil aslında, ‘self marketing’ için özenle seçilmiş ve bir araya getirilmiş 4 kişiden oluşuyor. Baba kullandığı arabalardan golf eşyalarına kadar bir sürü şeyi pazarlıyor, anne kuaförde tanıştığı kadınlara saç ürünlerinden evde kullandığı donmuş yiyeceklere kadar aklınıza gelebilecek her şeyi pazarlıyor.
Her hafta aile fertlerinin satışları ne kadar artırdığıyla ilgili gizli bir pazar araştırması yapılıyor. Yüzde 30 etkili oluyorlar. Sonuçta bütün mahalle onlarla aşık atmaya başlıyor ve onlarda gördükleri her şeyi komşular da satın alıyor. Hikayenin sonu nereye varıyor, görmelisiniz.
‘Keeping up with the Joneses’ diye bir deyim var ABD’de. Aynı sosyal statüyü tutturmak ile ilgili. Pazarlamanın gücü ve tabii statü ürünleri sadece ABD’de değil, bizim de hayatımızda önemli birer rol oynuyor.
Film, bizde ‘Örnek Aile’ adıyla Haziran sonu gösterime girmiş. Başrolünde Demi Moore ve David Duchovny olmasına rağmen ne yazık ki hakkında çok şey duymadık. Yine de ‘The Joneses’ DVD’si bulunup mutlaka izlenilmeli.
“Bu kadar iyi eleştiri almasına rağmen bu film nasıl da hiç tutmadı” diye forumlarda konuşuluyor. Aslında nedeni basit. Hatta filmin konusuyla da yakından ilgili. Bağımsız film olduğu için yeterince tanıtım yapılmamış.

Haberin Devamı

İstanbul canlanıyor, biz tembelleşiyoruz!
Nedir bu isteksizlik hali? Herkes ayağımıza geliyor, biz şurdan şuraya gitmeye üşeniyoruz.
Şimdi FİBA Dünya Şampiyonası’na ev sahipliği yapıyoruz. Televizyonda NBA’i soluksuz takip edenler bile yine de televizyon başından kalkıp Abdi İpekçi Arena’ya gidip bir maç izlemeye üşeniyor. Bu nasıl bir tembellik halidir böyle?
Aynı durum U2 konseri için de geçerli. U2’yu sahnede izlemek için Barcelona’ya, Berlin’e hiç düşünmeden gidenler şimdi Olimpiyat Stadı için ‘Çok uzak’ deyip 6 Eylül’de konsere gitmeyeceklerini söylüyor. Olimpiyat Stadı çok uzak falan değil, ama kabul edelim yolu ve giriş çıkışı sorunlu. Her İstanbullu gibi bu kaosa doğuştan alışığız. Bize bir şey olmaz. Trafikte saatler de geçirsek atlatırız. Bünye sağlam.
İşte o yüzden üşenmeyin, ertelemeyin, ayağınıza gelen fırsatları kaçırmayın! Bir fırsat bir kez kaçtı mı bir daha geri gelmeyebilir.