Çağdaş Ertuna

Çağdaş Ertuna

cagdas.ertuna@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Kıskancız, başarılı kimseye tahammülümüz yok. ‘Çemişgezek’ten Paris’e’ derken hâlâ bir aşağılama ifadesi var. Oysa asıl başarı bu
Bu kadar mı zor başka birinin başarılı olduğunu kabul etmek? Bu kadar mı zor başarılı olan birine saygı duymak? Bu kadar mı zor sırf başarılı oldu diye birine hakaret etmeden durabilmek?
Ne kadar kompleksliyiz! Kimsenin başarısını kaldıramıyoruz. Her iyi sonucun arkasında bir kötülük arıyoruz. Geçmişi didikleyip, eski defterleri açıp utanılacak bir şeyler çıkarmaya çalışıyoruz. Hangimizin geçmişinde yırtıp atmak istediği fotoğraflar yok ki? “Benim yok” diyen de zaten doğruyu söylemiyor. 10 sene önceki saçınız, kıyafetiniz bile şimdi bakınca gülünç ya da utanç verici olabiliyor çünkü moda hızla değişiyor, tabii biz de.

Haberin Devamı

Çemişgezek’te doğmak ayıp mı?
Bütün bunları niye yazıyorum? Hakan Yıldırım’a yapılan beni üzüyor. Avukatı falan değilim. Ama son dönemlerdeki Paris’teki başarısıyla övünüleceğine 26 yıl önceki ‘Kuşum Aydın’ın asistanı olmasını köpürtmek ayıp değil mi? Hakan Yıldırım’ın Tunceli Çemişgezek’de doğması sanki aşağılanacak bir şeymiş gibi anlatılıyor. Oysa Paris’te, modanın kalbinde, doğup, modayla iç içe büyüyen bir modacı olmak mıdır mühim olan? Yoksa Tunceli’den çıkıp yeteneğini ve kendini geliştirip Paris’te Chanel’le aynı kategoride yarışır hale gelmek mi daha önemli?

Bu nasıl kutlama?
Hadi bunu da geçelim. ‘Kuşum Aydın’ın en son nasıl bir başarısı var ki, şimdi dünya çapında gerçekten başarılı olmuş, gurur duyduğumuz bir insana çıkıp da bunları söyleyebiliyor?
“Gazete ilanıyla gelmişti. 20 yaşında falandı. Üst baş ağlıyordu. Bildiğin apaçiydi ayol. Hafif de varoş... Parmaksız deri eldiven, yırtık jean, tarz saçlar! Hırslıydı. Vefalı çocuktur ama. Dur kız bir arayıp ben de kutlayayım.”
Ne kadar içten bir kutlama değil mi?
Bahsettiği yıl 1985. Tam 26 yıl sonra, tam da Paris Moda Haftası’nda Hakan Yıldırım bu kadar başarılı olmuşken bunları söylemenin yeri ve zamanı mı? Bunları söylerken asıl ‘apaçi’, asıl ‘varoş’ kendi olmuyor mu? Bir de üstüne seksist imalar... ‘Kıllı bacak ve tek kaş modası’ diye ara başlıklar...
Biz onu kara kaşı, kara gözü için değil, çok yetenekli olup da hiç şımarmadığı için seviyoruz. Kimsenin de bu kadar güzel bir zamanda ona saldırmaya hakkı yok. Çünkü asıl önemli olan nereden değil, nereye geldiğin.

Galliano’ya galeyana geldiler
Dün Melis Alphan yazdı, John Galliano’nun içindeki ‘siyah kuğu’yu. Kısaca ‘Suçla ceza orantılı değil’ dedi. Ben de katılıyorum. Bardaki bir kavga yüzünden yetenekli bir adamın kariyeri bitmemeli. Hem de 2 Mart’ta özür dilemiş ve kötü alışkanlıklarından kurtulmak için yardım almaya başlayacağını kamuoyuna açıklamışken.
Bunun üzerine dün Galliano’nun barda kavga ettiği Philipe Virgitti bile bir açıklama yaptı, “Bu basit bir bar kavgasıydı” diye. Her şey Galliano’nun Virgitti’nin arkadaşına “Sesin beni rahatsız ediyor, çok yüksek sesle konuşuyorsun” demesiyle başlamış. Virgitti diyor ki, “Galliano’nun ırkçı ya da anti-semitik olduğuna inanmıyorum, o sadece hasta. Umarım bundan sonra daha az içki içer ve çok iyi yaptığı işine geri döner.”
Bu açıklamalardan bir gün önce de Galliano’nun avukatı Stephane Zerbib (Evet, doğru tahmin, kendisi yahudi) “İçkiliyken kavgaya karıştığında herkesin başına böyle bir şey gelebileceğini” söyledi. ‘Avukat olarak görevinin herkesin adil yargılanması’ olduğunu da ekledi. Şimdi bakalım Dior ne yapacak? Yıllar önce François Dior’un yaptıkları bir kez daha hatırlanıp, son gelişmeler de göz önüne alınarak John Galliano’ya daha anlayışlı olunacak mı? En azından LVMH’nin yüzde 92’sine sahip olduğu kendi markası için.

Fazla olmadı mı?
Felaket üstüne felaket geliyor. Basına özgürlük eylemleri yanlış anlaşılıyor, Hüseyin Üzmez serbest bırakılıyor. Şimdi “Hüseyin Üzmez serbest, okullar tatil edilsin” tweet’leri dönüyor. Trajikomik ama çok da ürkütücü.
Bu arada bir ‘İklim’ savrulması aldı başını gidiyor. Bir deli kuyuya bir taş atıyor, sonrası malum...
En korkuncu da Japonya 8.9’luk bir depremle yerle bir oluyor. Bizde bu şiddette bir deprem olsa hiçbirimiz sağ çıkamazdık. Tsunami kimbilir daha neler yutacak Pasifik kıyılarında?
Daha iki hafta önce Doğu Timor’daydık. Kimbilir ordakiler şimdi ne yapıyor? Nasıl kaçacaklar tsunamiden, kaçabilecekler mi acaba?
Daha dün Bennu Gerede’nin Doğu Timor fotoğraflarının sergisi açıldı, onca bebek ve çocuk fotoğrafını tek tek inceledik. Şimdi onlar ne yapıyor acaba?
Bütün bunlardan tek sonuç çıkıyor, ne olacağımız belli değil, gününüzü gün edin!