Dolmuşların sokağıydı, şimdiyse barlar sokağı oldu. Kırmızı halıyı duyan Oscar’lara hazırlanır gibi süslenip geliyor. Sokak sakinleriyse kalabalık ve gürültüden bıkmış durumda. Bana gelince, karmaşık duygular içindeyim...
Atiye Sokak bildiğiniz barlar sokağı olmuş durumda. Her saatte kalabalık. Bangır bangır müzik çalıyor. Geçen senelerde The House Cafe’nin sessiz sedasız minik bahçesine bile izin verilmezken bu sene sokağın trafiğe kapatılıp kabak çiçeği gibi açılmasını hayretle izliyorum. Tamamen mecburiyetten. “Ne mecburiyeti canım, sen de gitme oraya, olur biter” demeyin. Öyle değil işte. Evim orada, dolayısıyla ister istemez ben de barlar sokağının bir parçasıyım. Bazen çevredeki işletmecilere o kadar söyleniyorum ki “Aman dikkat, eğlenenleri şikayet eden, sürekli vıdıvıdı yapan biri olacaksın” diyorlar. Öyle delirip zabıtayı falan aradığım yok. Hatta zaman zaman bu gürültü ve hareket hoşuma da gidiyor. Ama yine de barlar sokağında yaşam o kadar da kolay değil.
Bakımlı olmak şart
Bir kere evden her çıktığınızda, gezmeye gelmiş tanıdıklarla karşılaşıyorsunuz. Bu da ne demek oluyor? Devamlı kendinize özen göstermelisiniz. Bakımsız dolaşmak yok. Markete giderken bile dikkat etmek gerekiyor. Tabii bu arada bu küçücük sokağa bir kırmızı halı serildi diye ödül törenlerine gider gibi süslenip gelenleri de kesinlikle anlayamıyorum. Bu kadar büyütecek bir şey yok, Oscar’lara değil sonuçta Taksim dolmuşlarının eski sokağına geliyorsunuz.
Bazen bankada bir iş halletmek üzere evden sabah 9’da çıkıp tanıdık masalara uğraya uğraya bir bakıyorum mesai saati bitmiş, ben hâlâ sokaktan çıkmayı başaramamışım. Durum o kadar vahim. Aynı sokak içinde kalıp insan nasıl bu kadar çok şey duyup görüyor, inanılır gibi değil.
Bir de tabii müzik olayı var. Burada 24.00 yasağı işlemiyor; başka bir cumhuriyet ya! Ama doğrusu müzikten rahatsız olduğumu söyleyemeyeceğim. Yaşayan bir yerde oturmak benim hoşuma gidiyor aksine. Ama bazen mahalle o kadar yaşıyor ki, örneğin dün akşam sarhoş bir grup gece 2’ye kadar bağıra çağıra bet sesleriyle şarkılar söyledi. Üstelik twitter sağolsun, onların kimler olduğunu da kolaylıkla öğrenebiliyorsunuz. İşte böyle durumlarda uyumakta zorluk çekiyorsunuz, röntgencilik damarınız kabarıyor ama yine de birileri eğleniyor diye kendinizi avutuyorsunuz.
Herkes masa atma peşinde
Barlar sokağında yaşamanın artıları da var tabii. İstediğiniz kadar eğlenip sonra arabaya gerek kalmadan 2 dakikada evde olabiliyorsunuz. Ya da hiç program yapmadan tanıdık birilerini görüp sosyalleşebiliyorsunuz. Spontane programlar her zaman planlılardan daha eğlenceli oluyor. Üstelik sırf camdan bakarak bile piyasaya hakim olmak mümkün.
Bir konuya daha parmak basalım, kaldırımlara mağazalar bile masa atmış durumda. Apartman sakinleri olarak ciddi ciddi biz de masa atmayı düşünüyoruz. Hatta geçen gün doğma büyüme Abdi İpekçili olan bir arkadaşım Desa’nın önündeki platformda 3-4 masayı görünce mağazaya girip kahve ve tost siparişi vermeye çalıştı. Çalışanlar gülerek “Burası deri mağazası, kafe değil” dedi. Ama doğrusu şu anda mağaza önlerinin de kafelerden farkı kalmadı. Bir sonraki adım burada yaşayanların kaldırımda mangal yapması olursa hiç şaşırmayın.
Bu gece hangi partiye gitmeli?
Bu gece o kadar çok program var ki herkes nereye gideceğini şaşırmış durumda.
Bir yandan The Edition Hotel’in Diane Kruger’li açılışı, bir yandan İstinye Park Twist’te ‘I love Ajda’ partisi, bir yandan da Formula 1 partileri...
Vodafone’un Reina’daki Formula 1 partisine Lewis Hamilton katılacak. Partide Nilüfer sahneye çıkacak. Red Bull partisiyse bu akşam İstinye Park Masa’da. Hepsinden daha da heyecanlısı cumartesi akşamı olacak. Selim Hamamcıoğlu’nun gelenekselleşen ‘Racing Fever Party’si bu yıl Rahmi M. Koç Müzesi’nde. Formula 1’in Türkiye’deki son senesinde Selim Hamamcıoğlu’nun müthiş bir parti hazırladığına eminim. Üstelik ev sahibi ve sınırlı misafir listesiyle bu parti diğerlerinden çok daha özel. Heyecanla bekliyorum.
Işık Üniversitesi’nde Moda Günleri
Bir arkadaşım “Bugün sana oy attık” dedi, anlamadım. “Ne oyu? Bir şeye aday değilim ki” dedim. “En iyi moda editörlerine adaysın, hem de sıkı rakiplerin var” dedi. Şaşırdım.
Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Moda Ödülleri için bir anket düzenlemiş. Bana da ‘en iyi moda editörleri adayları’ arasında yer vermişler. Diğer adaylar Melis Alphan, Yaprak Aras, Sibel Arna, Esra Çoruh...
Alanlarında çok başarılı moda yazarlarının yanında yer almak beni mutlu etti. Ama asıl beni onore eden üniversite öğrencilerinin bu seçimi yapmış olması. Moda editörlüğü yapmayalı uzun zaman oldu. Artık bu motivasyonla bundan sonra daha çok moda yazısı yazarım.
Bu arada Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi bu yıl ilk mezunlarını veriyor. Bunun şerefine bugün ‘Işıklı Moda Günleri’ başlıyor. 3 gün devam edecek. En çok da Prof. Dr. Balkan Naci İslimyeli’nin yarın yapılacak olan atölye çalışmasını merak ediyorum.
Işık Üniversitesi’nde Moda GünleriIşık Üniversitesi’nde Moda Günleri