Geçen pazartesi yazmıştım, seçim sonuçlarını beklemeye gerek yok, Obama başkan diye. Gördüğünüz gibi yanılmadım.
Obama’nın ABD gibi bir ülkede başkan seçilmesi çok büyük bir olay. Evet, hepimiz ABD’yi bir fırsatlar ülkesi olarak biliyoruz. Orta ve güney Amerika’nın çok muhafazakar olduğunu da... Yine de “Köle olarak geldiğin ülkede başkan olmak... Dünyanın başka hiçbir yerinde olacak şey değil” diyor yönetmen Spike Lee.
Ders almak lazım
Obama gerçek bir liderin olması gerektiği gibi. Hem siyah hem beyaz. Hem Müslüman hem Hıristiyan. Hem Afrikalı hem Amerikalı. “Aile toplantılarımız Birleşmiş Milletler genel kurulu gibi” diye boşuna demiyor Obama.
En önemlisi de kimseyi dışlamıyor, herkese eşit yaklaşıyor. Beni beğenmeyen gitsin demiyor. Suikast tehlikesine karşı dev silahlarla korunuyor, ama spor salonuna sıradan bir vatandaş gibi gidiyor. Onun için yollar kapanmıyor, korumalar çevredekilere saldırmıyor.
John McCain seçim gecesi çıkıp “Obama eskiden rakibimdi, şimdi başkanım” diyor.
Seçimin ertesi günü istihbarat raporu ve ekonomik briefing veriliyor Obama’ya. Daha 20 Ocak’a çok var denmiyor.
Şimdiki başkan Bush, Obama’ya rakip partinin lideri diye tavır koymuyor, hemen Beyaz Saray’a davet ediyor onu.
İşte böyle bir olgunluk ve medeniyet var ABD’de.
Bizde ise Başbakan’dan eleştirilere “Sevsinler seni” yanıtı...
James Bond Jackie Chan olmuş!
Nerede o eski James Bond? Bond’a bir haller olmuş. Bir karakter nasıl böyle 180 derece değişir? Çapkın ajan gitmiş yerine eski sevgilisini unutamayan, onun intikamını almak için gözünü kırpmadan herkesi öldürebilen, Jackie Chan gibi dövüşen bir adam gelmiş. Bu kadar duyarlı bir adam nasıl bu kadar acımasız oluyor, belli değil. Film tabii, olur olur diyeceksiniz. Ama James Bond pek çoğumuz için filmden öte. Buna rağmen ‘Quantum of Solace’ta uykum geldi. Hadi bitse de gitsek dedim.
Favori Bond’um Pierce Brosnan’dan sonra Daniel Craig bu role yine hiç yakışmamış. Bu filmde Casino Royale’deki cazibesi de yok. Sanki yaşlanmış gibi. Filmde güzel ve seksi bir Bond kızı bile yok. Bond kızı rolündeki Olga Kurylenko son derece silik bir tip. Zaten Bond’la ilişkisi konuşmaktan öteye geçmiyor. Bir sevişme sahnesi bile yok. Hiç mi numarası olmaz bir filmin? Bir tek aksiyon sahneleri çarpıcı. Onlar da Jackie Chan filmlerinden fırlamış gibi. O eğlenceli film ve şeytan tüyü olan ajan gitmiş. Karamsar ve acımasız bir film olmuş.
Gala dedikoduları
İyi ki film öncesi Coca Cola Zero’nun Harvey Nichols Gilt’te daveti vardı. Herkes ne kadar meraklıymış Bond’a. Kimi ararsanız oradaydı. Berna Sağlam müthiş bir ev sahibiydi, herkesle tek tek ilgilendi. Tamer Karadağlı Sinan Çetin’le geldi. Pınar Altuğ-Yağmur Atacan çiftiyle uzun uzun sohbet etti. Ediz Elhadef ve Mehmet Çolakoğlu çikolatalı çileklere bayıldı.
Cinebonus sinemalarının ortakları Menderes Utku ve Muzaffer Yıldırım galaya bu kadar ilgi olmasından çok memnundu. İstanbul Doors’cular Levent Büyükuğur ve Berk Ekşioğlu yeni yabancı ortaklarını ve Les Ottomans Hotel’de açacakları Wan-na’yı anlatıyorlardı.
Nurettin Hasman ikoncan sevgilisi Eda Taşpınar ile sinemada fotoğrafları çekilirken patlamış mısırla yüzünü kapattı. İkoncan demişken bir parantez açalım. Punto by Eda Taşpınar koleksiyonunu yeni gördüm. Robert yıllarından tanıdığım Eda’ya karşı çok önyargılı olduğum için utandım. Koleksiyonu gerçekten çok başarılı, benim diyen modacılara taş çıkartır. Kendi giyim tarzı gibi gösterişli değil, aksine çok sade ve şık. Parantezi burada kapatalım. Keşke film de Gilt’teki parti kadar güzel olsaydı diyerek bitirelim.
Tanıdık bir hikâye
‘Düşes’ filmi İngiltere’de Althorp malikanesinde başlıyor. Prens Charles ve Camilla’nın sık sık buluştuğu, Diana’nın hiç sevmediği yerde.
17 yaşındaki Georgiana Spencer Devonshire Dükü ile evleniyor. Önce moda ikonu oluyor, sonra örnek bir anne... Güzelliği ve karizmasıyla halkın prensesi oluyor. Herkes ona bayılıyor. Oysa kocası başkasına aşık oluyor. O da bunu kabul edip oturmak zorunda kalıyor. Kocasının ihanetine başta çok üzülüyor, sonra kendisi de kocasını aldatmaya başlıyor. Dışarıda ne kadar iyi bir imajı olursa olsun kumar, aldatma gibi kötü özellikleri de var.
Bu hikaye size çok tanıdık gelmiyor mu? 18. yüzyıldaki düşes Prenses Diana’yla aynı soyadını (Spencer) taşıyor. Diana, gerçekten Georgiana’nın soyundan geliyor. Ralph Fiennes’in oynadığı dük ise donukluğuyla aynı Charles. Yüzyıllar geçiyor, ama İngiltere’de hikaye hep aynı. Değişimden eser yok.
Bu arada filmin kostümleri şahane. Sırf kostümleri görmek için bile gidilir.