Son günlerde yaşananlar karşısında karamsarlığa kapılıyorsanız, Gezi Parkı’ndaki panayır havasını görmek ilaç gibi geliyor. Gezi direnişini Taksim Platformu değil, parktaki halktan dinlemek lazım
Televizyonlardaki konuşmaları izledikçe, Gazi Mahallesi ve İstanbul dışındaki şehirlerde savaş alanına dönmüş meydanları gördükçe, kayıp ve yaralı haberlerini dinledikçe, Twitter’daki tweetleri okudukça ister istemez moraliniz bozuluyor. Karamsarlığa kapılıyorsunuz. Buna ilaç gibi gelecek tek bir yol var, o da bir an önce Gezi Parkı’na gitmek.
Parka gidince içiniz açılıyor. Şenlik havasına anında giriyorsunuz. Buradaki gençleri dinledikçe aslında istediklerinin hiçbir siyasi boyutunun olmadığını anlıyorsunuz.
Gazetelerin hafta sonu ekleri Gezi Parkı’nda çadırlarda yatan gençleri dinledi. Milliyet Pazar’ın gelenekselleşen ‘Sofrada Baş Başa’sı bile Gezi Parkı’nda yapıldı. Sosyolog Prof. Nilüfer Narlı 19-22 yaşlarındaki üç gençle Gezi Parkı’nda piknik yaptı.
Taksim Platformu yeterli mi?
Gezi Parkı’nda ne istenildiği, ne için mücadele verildiğini herkes gayet net anladı. Anlamayan
kalmadı. Keşke asıl dinlemesi ve anlaması gerekenler de Taksim Platformu’nun temsilcilerini dinleyeceklerine, her şeyin kıvılcımını yakan parka gelip bu panayır ortamını görüp buradaki gençlerle konuşsalar.
Taksim Platformu ne kadar iyi niyetli olsa da Gezi Parkı direnişini tam olarak temsil etmiyor. Çünkü Gezi Parkı direnişinde odalar, sendikalar değil önemli olan. Sendikaların ya da odaların başkanları Gezi Parkı’ndaki kitleyi doğru yansıtmıyor. Gezi Parkı direnişinde asıl önemli olan, bireyler ve düşünce özgürlükleri. Unutmamak lazım, bu direnişi başlatanlar parkta çadırlarda yatan gençler. Ayrıca Bülent Arınç’la görüşmeye giden Taksim Platformu temsilcileri arasında bir tek kadın olmaması ya da parka en çok sahip çıkanlardan ve bu hareketi başlatan jenerasyondan hiçbir temsilcinin olmaması da anlaşılır değil.
Her şeye rağmen Gezi Parkı bu hafta sonu şimdiye kadar en kalabalık günlerini yaşadı. Yiyecek içecek bol miktarda vardı. Biber gazı kokusu, cız bız köfte ve karpuz kokusuna yerini bırakmıştı. Gezi Parkı’na her gün gidemese de ya da hiç gidemese de evde yemekler yapıp parka gönderenler bile vardı. Kütüphane dolup taşmıştı, Ayşe Kulin kitaplarını imzalıyordu. Sokak hayvanları da unutulmamıştı, onların da mamaları düşünülmüştü. Parkta tek sıkıntı seyyar tuvalet ihtiyacıydı. Ama bu sıkıntı bile kimseyi durdurmaya yetmedi.
Vandalizme karşıyız
Gezi Parkı’ndan çıkıp da yazılarla, afişlerle rengarenk olmuş AKM’ye doğru ilerlediğinizdeyse bambaşka bir manzara var karşınızda. Şenlikten iki adım ötede bir savaş alanı var Taksim ve Gümüşsuyu’nda. Süperkahraman filmlerinde gördüğünüzden farklı değil. Sanki Hulk çıkmış da arabaları, otobüsleri parçalamış. Mağazaların vitrinlerine ve binaların duvarlarına sloganlar yazılmış.
Amaç, meydanlara dökülüp karşılıklı mitingler yapmak değil. Hep birlikte görüyoruz, böyle konuşmaların sonu kötü oluyor. Her şey daha ilk gece çadırlarda uyuyanlara gaz sıkılmasıyla başladı. O zaman aşırı şiddet uygulanmasa, bütün bu verilen zarar olmayacaktı. Gerçi birkaç
otobüse, arabaya verilen zarar ne ki, binlerce cana verilen zarardan sonra?