Çağdaş Ertuna

Çağdaş Ertuna

cagdas.ertuna@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Son zamanlarda izlediğim en ilginç film, ‘Tanrı Amerika’yı Korusun’ popüler kültürü acımasızca eleştiriyor. Eleştirilerin ucu hepimize dokunuyor

Yukarıdaki başlık bir filmin adı. İstanbul Film Festivali’nde çok gitmek isteyip de son anda gidemediğim bir film. Hafta sonu elimde kumanda kanal zaplarken karşıma çıktı, Digitürk’ün sinema kanallarından birinde yeni başlıyordu. Başka bir şey isteseymişim olacaktı deyip başına kuruldum.
Bobcat Goldthwait’in filmi ‘Tanrı Amerika’yı Korusun’ (‘God Bless America’) ABD’nin popüler kültürünü eleştiriyor. Toplumun gidişatını, bireylerin kendi zevkleri olmadan aynı şeylerin peşinde koşmalarını, giderek daha da sığlaşmayı sorguluyor. Tabii ucu sadece Amerikalılara değil, hepimize dokunuyor.
Bill Murray’in kardeşi Joel Murray’in canlandırdığı Frank karakteri iş yerinde çalışan bir kadına jest olsun diye çiçek gönderiyor, bunu taciz olarak algılayan şirket yönetimi Frank’i anında işten çıkarıyor, 12 yıllık çalışmasına hiç bakmadan. Frank bir yandan eski karısı ve iPhone uğruna kendini yerden yere atan küçük kızıyla uğraşıyor. Küçük kız son derece net, “Hediye yoksa hafta sonu sana gelmem” diyor babasına. Annesi ona iPhone değil de Blackberry alınca daha da çıldırıyor. Frank’se küçücük çocuğun neden akıllı telefonu olması gerektiğini bile anlamıyor. Bunlar yetmezmiş gibi bir de Frank’e kanser teşhisi konuyor. Frank bütün vaktini televizyon karşısında zaplayarak geçiriyor. Bir kanalda ‘Lindsay Lohan’ın nesi var?’, diğer kanalda Kardashian ailesi ve sorunları, bir başkasında ise bütün Amerika’nın takip ettiği yarışma ‘American Idol’... ‘American Idol’, bizdeki Popstar ayarında, tek fark jüride Bülent Ersoy kadar renkli ve şahane kostümlü bir karakter yok.
‘American Idol’da bir yarışmacıyla herkes dalga geçiyor, bir reality şovda 16 yaşında babasının prensesi bir kız babasının aldığı arabayı beğenmeyip ağlama krizlerine giriyor. Bunları seyrede seyrede Frank de krize giriyor ve eline tabancasını alıp dünyayı temizlemeye karar veriyor. Hedefinde reality şov yıldızları da, jüri üyeleri de var. Bu arada 16 yaşında her şeyden nefret eden bir kız da Frank’e eşlik ediyor.
Frank Türkiye’de yaşasaydı, eminim Türk televizyonlarından da çok malzeme çıkardı kendisine. ‘Popstar’ olsun, ‘Survivor’ olsun, ‘Bugün Ne Giysem?’, ‘Evlen Benimle’ olsun.
Film çok sürükleyici değil, zaman zaman tempo düşüyor ama sırf konu için bile izlemeye değer.

Haberin Devamı

HAFTA SONU HERKES ORADAYDI

Haberin Devamı

Cuma gecesi İstanbul’un gece kuşları sözleşmiş gibi Flamingo’daydı. Flamingo, Bird’ün sahipleri Aliye Turagay-Joost Rooijmans ve Lavanda Otel’in şefi Emre Şen’in Ceylan Intercontinental’in girişinde açtıkları yeni restoran. Bird’deki gibi yemek de yiyebileceğiniz geniş bir barı var. Cuma gecesi rezervasyonu olmayanlar bara tünedi ya da bahçede ısıtıcılar altında tıkırdadı. Rezervasyonlu masalarsa gecenin ilerleyen saatlerinde doldu.
Barda beklerken Bird’deki gibi bamya turşusu eşlik ediyor. Yemekler özellikle burrata ve ve trüflü nohut püresiyle gelen ahtapot çok başarılı. Pizzalar incecik, çıtır çıtır. Mönüde lagostan dana kaburgaya ağır yemekler de var, taze makarnalar, pizzalar gibi herkese hitap edecek seçenekler de var. Hafif bir şeylerle geçiştirmek isteyenler için salatalar da yer alıyor mönüde. Peynir ve şarküteri tabakları da seçenekler arasında. Tatlı mönüsü daha basılmamıştı, ama servis görevlileri özenle tatlıları sayıyordu.
Joost Rooijmans’ın müzikleri de, Autoban imzalı dekor da çok başarılı. İlk bakışta Autoban imzalı olduğu belli olmuyor. Daha ilk hafta sonundan herkesin buraya koşması aslında bir şeyi gösteriyor, İstanbul’da hem ambiyansı hem de iyi yemeği olan çok az yer var. Ambiyans iyiyse, yemeğe özenilmiyor, yemek iyiyse ambiyansa bakılmıyor. Flamingo’da ikisi de yerinde. Umarım yeme-içme meraklıları değerini bilir.