Çağdaş Ertuna

Çağdaş Ertuna

cagdas.ertuna@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Haftanın en çok konuşulan partisi The House Cafe’nin 10’uncu yıl kutlamasıydı. Kutlamadan başlayıp 10 yıl geriye gidelim. Türkiye’nin ilk yerli kafe zinciri hayatımıza nasıl girmişti, hatırlayalım

Bu haftanın en iyi partilerinden biriydi, The House Cafe’nin 10’uncu yaş kutlaması. The House Cafe Teşvikiye’de görmeye alışık olduğumuz, olmadığımız herkes oradaydı. Çünkü herkesin güzergahında bir The House Cafe şubesi vardı. Üstelik şimdi yeniden açılan bahçesiyle Teşvikiye’deki ilk yerine herkes bayılıyordu.
Tam 10 yıl önce Teşvikiye’de bir apartman kapısından içeri girdik, giriş o giriş. Hayatımda bu kadar önemli bir yeri olacağı
hiç aklıma gelmezdi o zaman. Salonda büyük bir masa, tanıdık, tanımadık herkes bir arada oturuyor. Herkes birbiriyle tanışıyor. O masada başlayan dostluklar da, aşklar da var. Aralarında hâlâ devam edenler de.
Arkadaki odadaysa eski kanepeler, koltuklar vardı, dedikodu yapmak isteyince oraya konuşlanılırdı. Yanda da minik bir mutfak. O mutfakta harikalar yaratılıyordu. Siyah ve beyaz çikolatalı brownie ve naneli limonata burada hayatımıza girdi. Brownie bitmeye yakın mutfakta bir hareket, bir çırpıda yenisi yapılıp fırına atılırdı. Bazen yer olmayınca mutfaktaki taburelere tüneyip yemek yemişliğimiz de olurdu. Çünkü o zaman The House Cafe’nin eşi benzeri yoktu, şimdiki gibi taklitleri de yoktu.
Şimdi her kafe açan başköşeye bir büyük masa koymaya başladı, sonra “Neden tutmuyor kafeler, neden batıyor?” deniliyor. İlk olmak tabii ki önemli.
Ama yeme-içme sektörü dışarıdan ne kadar kolay görünse de içine girince bir o kadar zor.

Haberin Devamı

Sırrı ne?
O zamanlar ‘The House Cafe’nin sırrı ne?’ diye haberler yapıyorduk. Sır, verdiği histe yatıyordu aslında. Garip bir şekilde kendinizi rahat hissediyordunuz, çünkü burada kimseye özel ilgi gösterilmiyordu. Herkes eşitti, müşteri çalışanlardan daha değerli değildi. Herkes aynı tahta sandalyelere oturuyordu. Yemekler de çok iyiydi, midemizi olduğu kadar gözümüzü de doyuruyordu.
The House Cafe butik bir yerdi, ortaklarıyla da çalışanlarıyla da farklıydı. Yurt dışında olduğu gibi burada da üniversite öğrencilerinin garsonluk yapması The House Cafe’yle hayatımıza girdi. Hiç ummadığınız isimler burada canla başla çalıştı.
Kafe deyip geçmeyin, buradan birçok başarı hikayesi de çıktı. Autoban Mimarlık’ın bilinen ilk işlerinden biri The House Cafe oldu. Derken küçük yer büyümeye başladı. Büyürken çok eleştirildi. O butik anlayışı kaybetmemesi, herkesin kendini hâlâ mahallede hissetmesi istendi. Zaman zaman başarılı olundu, zaman zaman ufak aksilikler oldu. Örneğin, eski yazlıkları andıran güzel bahçesi bir süre kapalı kalmak zorunda kaldı. Neyse ki şimdi bahçe yeniden açıldı.
Sürekli yeni mekanlar açılıp kapanırken bence en önemlisi bu kadar maymun iştahlı bir ortamda The House Cafe’nin tam 10 yıldır hayatımızda olması. Üstelik şimdi bir de The House Apartlar ve The House Hoteller’le birlikte. Ortaklar Ramazan Üren, Canan Özdemir ve Ferit Baltacıoğlu’nun başarısı bu.
Türkiye’nin ilk yerli kafe zincirine daha nice yıllar diliyorum!