Paris Moda Haftası’ndan bildiriyorum. Hakan Yıldırım öyle müthiş bir açılış yaptı ki... Giden gören biliyor, Hakaan artık Chanel ile aynı kulvarda. Kulislerde konuşulan tek şey ise John Galliano’nun başına gelenler
Londra’dan trene atladım, iki saat 20 dakika sonra Paris’teyim. İstanbul’da trafikte evden gazeteye gitmek de o kadar sürüyor.
Paris Moda Haftası’nın ilk günü. Birkaç saat sonra Hakan Yıldırım’ın defilesi var.
Defile öncesi Rue St. Honore’deki mağazaları geziyorum. Chanel ve tasarım mabedi Colette moda haftası şerefine özel bir pop-up mağaza açmış. Burada çantaların yanında Chanel elbise ve ceketler sıralanmış. Aman tanrım, o da ne? Chanel’lerin arasında tek bir farklı marka var, o da Hakaan. Sevinç çığlıkları atmak istiyorum. Sanki benim markammış kadar mutlu ve gururluyum. Bir Türk tasarımcının Paris’te bu kadar başarılı olması, en köklü ve en önemli Fransız markalarıyla aynı kulvara konması olağanüstü bir başarı. Özellikle de biz onun değerini yeterince bilemezken.
Türkiye’den katılım az
Bunları düşünerek defileye koşuyorum. Hakan’ın arkadaşları etrafta koşturuyor. Aslı Ekşioğlu ekibin başında, her şeye hakim. En çok haber Tolga Sezgin’de. Herkes vızır vızır çalışıyor. Ve herkes çok heyecanlı. Davetliler arasında Türkiye’den çok az kişi var. Yalın ve Gamze Saraçoğlu dikkatimi çekiyor.
Defile gümbür gümbür başlıyor. Koleksiyon geçen seferkinden çok farklı. Daha maskulen. Ama seksi mini elbiseler de var tabii. Fark yine detaylarda. Defileyi tüylerimiz diken diken izliyoruz. Finalde alkış kıyamet kopuyor. Hakan yine utangaç haliyle, kısa bir selam verip iniyor.
Bu arada defileyi izleyenler arasında Fransız Vogue’un yeni yayın yönetmeni Emmanuelle Alt var. Mert Alaş’ın yanında oturuyor. Mert’in diğer yanında da farklı kıyafetleriyle dikkat çeken Daphne Guinness var.
Defile sonrası kulise girdiğimizde her şeyin ne kadar çabuk toparlandığına şahit oluyoruz. Burada her şey çok düzenli. Bir yanda Karolina Kurkova arkadaşlarıyla sohbette, bir yandan biz “Bu modeller de çok mutsuz, tabii yemek yemedikleri için” diye dedikodu yapıyoruz. Hakan ortada yok. Her zamanki gibi kendine bir alan bulmuş. Yalın tecrübesine dayanarak “Kuliste rahatsız etmeseydik, çok yorgundur” diyor, ama kimse dinlemiyor. Herkes Hakan’ı kutlamak istiyor.
Defile sonrası parti geçen seferki gibi yine St. Germain’de Le Montana’da. Geçen sefer Leonardo di Caprio ve Naomi Campbell, Hakan’ın partisinde eğlenirken Hakan neredeydi dersiniz? Hemen yandaki Cafe Flore’da tek başına... Şimdi herkes eğlenirken Hakan yine aynı yerde. O, hiç değişmiyor, hiç şımarmıyor. Başarısının sırlarından biri de bu bence. Onunla gurur duyuyoruz.
NEDİR DIOR’UN ÇEKTİĞİ?
John Galliano, Christian Dior’daki 15 yıllık işinden oldu. Kariyeri bir anda bitti. Şimdi artık en fazla yakın arkadaşlarına couture elbise yapabilir. Ama kimse de onunla görüştüğünün duyulmasını istemez. Nedeni basit, söylenmeyecek şeyler söyledi. Önemli bir tasarımcı olması tabii ki bu gerçeği değiştirmiyor.
Paris’te evinin yakınında, sürekli gittiği küçük bir brasserie’de yan masadakilerle tartışmaya başlarken olayın bu noktaya geleceği aklına gelir miydi? Sarhoşken, belki de sadece karşısındakileri sinir etmek için inanmadığı şeyleri zırvalarken videoya alınacağı aklına gelir miydi?
Oysa yine birilerinin içindeki paparazzi uyanmış ve aklı başında olmayan bir adamdan intikam için telefonun kamerası kullanılmış.
Tabii bütün bunlar olurken bir de Christian Dior’un tarihi göz önünde bulundurulmalı. Irkçılık konusunda duyarlı olmaları normal, özellikle de Christian Dior’un yeğeni Françoise Dior’un yaptıklarından sonra.
Françoise Dior eski nişanlısı John Tyndall ile İngiliz Nasyonel Sosyalist Hareketi’ni başlatan Colin Jordan’la, Tyndall hapisteyken, evleniyor. Dior’un Galliano’nun konuşmasın-dan çok daha ağır konuşmaları var. 1963’teki düğün fotoğraflarında elinde Hitler’in ‘Kavgam’ıyla poz veriyor. Bir de açıklama yapıyor, “Küçük bir Nazi doğurmak için sabırsızlanıyorum” diye. Üstelik Dior bunları söylerken John Galliano gibi sarhoş da değil, kavganın etkisinde de değil ve daha da önemlisi filme çekildiğinin de farkında.
GAZETECiME DOKUNMA!
Belli bir süre buradan uzakta kalınca, yurt dışında güzel şeylere tanık olunca içinizi bir umut kaplıyor. Sonra yine sil baştan... Daha geri dönüş yoluna geçer geçmez yine aynı şeyler oluyor. Gazeteciler bir gerekçe olmadan gözaltına alınıyor, gazeteciler ‘telefon ederek’ helikopter düşürmekten yargılanıyor.
Sonuç yine umutsuzluk...
Önceki yazıda ‘Bloguma dokunma!’ diyorduk, şimdi de ‘Gazetecime dokunma!’ Bakalım bundan sonra sırada ne var?